• BIST 8964.1
  • Altın 2877.277
  • Dolar 34.2018
  • Euro 37.5403
  • İstanbul 21 °C
  • Diyarbakır 24 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 24 °C
  • Berlin 13 °C

Politik portakal...

Nihal Bengisu Karaca

ANTALYA Altın Portakal film festivaline son dört yıldan sonra ilk kez katılıyorum. Geçtiğimiz dönem zarfında editoryal görevim beni engelliyordu. Ancak sebeplerin en önemlisi bu olsa da, "Kasacağız, ille de Cannes olacağız" iddiasını, sinemanın önüne geçen hezeyanlı etkinlikleri itici bulmam da etkili olmuştur.

Uzun bir aradan sonra şimdi CHP'li belediyenin kanatları altında gerçekleşen festival pek tabii mutantan dolgu malzemeleriyle botokslanmış yakın dönem festivallerine benzemiyor. İhtişamın yerini sadelik, festivalin referansının "sinema" olduğunu hatırlatan bir aslına rücu atmosferi ve "haysiyet" almış durumda. Evet, haysiyet, çünkü bu yıl Altın Portakal içten içe, derinden derine siyasi bir sınav, bir varlık mücadelesi veriyor.

Son yerel seçimde Antalya'yı kaybeden hükümet ile yerel yönetim arasında, Antalya'ya bir kimlik kazandırmış olan "Altın Portakal" üzerinden bir iddialaşma var sanki. Hükümet taşradaki en önemli film festivali olan Altın Portakal Film Festivali'ni kaderine terk etmiş görünüyor. Bir "umurumuzda değilsiniz" durumu var gibi. Açılış gecesinde hükümet düzeyinde bir katılım olmaması bunun bir göstergesiydi, sadece devlet erkânı değil, şehirdeki AK Partililer de icabet etmediler.

Hayatımda bu kadar direngen bir "fısıltı gazetesi" görmedim. Fakat ısrarlı sorularım neticesinde soğukkanlılığı, terbiyeyi ve temkini elden bırakmayan aktarımlarından edindiğim kanı şudur: Taşradaki en önemli sinema etkinliği olan Altın Portakal Film Festivali, sadece kendi kaderine terk edilmedi, aynı zamanda başarısız olması için bazı engellemelere de maruz kaldı. Vakfa gelen haciz devede kulak. Şöyle ki, alacaklı firmalar alacaklarını ilginç bir şekilde, bu festival için vakfa para aktaracak olan Tanıtma Fonu'na götürdüler. Böyle olunca da, geçmiş yıllarda fondan 7 milyon TL civarında para alabilen festival, bu yıl borçlar ve alacaklar mazeretiyle sadece 1 milyon civarında bir destek bulabildi.

Söylentinin can alıcı boyutu ise şu: Alacaklarını Tanıtma Fonu'na götüren yerel firmalar bu yolu kendi kendilerine akıl etmediler; bu fikri "giden" yönetimden aldılar. İftira ise ayıp, doğru ise daha ayıp...

Nitekim, yukarıdaki söylentinin içeriğiyle ilgili ya da ilgisiz olduğundan emin olamadığımız bir dizi aksaklık söz konusu. Filmlerin gösterim alanları ile basın mensupları ve sinema yazarlarının konaklama yerleri arasında ciddi mesafe oluşu, olabildiğince çok film izlemek isteyen kişiler üzerinde adeta "caydırıcı" bir etkene dönüşüyor. Bazı filmleri izlemek için epey şehir dışına çıkmak, Belek yolunu tutmak zorundasınız diyeyim, siz anlayın...

Yine de birçok soruna rağmen festival 25 yıldan sonra ilk kez bir sanat yönetmeniyle, bir festival direktörüyle çalışmasının (o kişi Vecdi Sayar oluyor) meyvelerini toplayacak, bu zorlu sürecin altından kalkacak gibi görünüyor. Darısı kapanış gecesine...

Bu arada, gayet güçlü filmler yarışıyor ki, bu konuya cuma günü değinme niyetindeyim...

Antalya hatırası...

* Antalyalıları sevdiğime karar verdim. Akdeniz kültürünü içselleştirmiş ama yaşam tarzını sözgelimi İzmirliler gibi agresif bir biçimde savunmayan ve dayatmayan bir insan malzemesi var burada. İstanbul'un imkânlarını, Akdeniz'e özgü bir "lezzet"le, strese boğulmadan yaşamak isteyenler için ideal bir şehir.

* Antalyalılar hem rahatlar hem sorumlu. "Muhafazakârca" eleştiriler yöneltme konusunda da gayet komplekssizler. "Neden bu filmde bu kadar çok içki/esrar/sigara var? Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?" diye diye dövüyorlar yönetmenleri. Eleştiriler pek tabii "modern" görünümlü hanımlardan geldiğinden, kimse de "Biz burada sanat yapıyoruz hanfendi, iyisi mi siz eve gidin, poğaça yapın" yollu cümlelerle tersleyemiyor hanımları. Berhudarım.

* Belediye Başkanı Mustafa Akaydın'ın verdiği bir davet vesilesiyle Belek'teki ünlü Adam&Eve Hotel'i görme şansım oldu. Yemekler iyiydi; tamam, lüks, şık, pahalı, ultra postmodern bir otel söz konusuydu. Ama otel değil, afrodizyak mübarek... Ayna bolluğu insanı varoluşsal krizlere sürüklüyor; onlara eklemlenen "neonlar" ise "Kubrick'in Otomatik Portakal atmosferine Amsterdam'ın 'Kırmızı Fener' sokağını enjekte etmişler, ama acaba bunu yaparak ne demek istemişler?" türü sorulara gark ediyor bünyeyi. Bu ambians Bonnie&Clyde, Uma Thurman&John Travolta, Amy Winehouse&Blake Fielder, Christian Troy&Sean McNamara, Will&Grace, Hugh Grant&Divine Brown, tüylü terlik&bornoz "ikililerini" çağrıştırıyor. Tanrı'nın katından kovulmuş olmanın hüznü ve gerginliği eşliğinde geyik postuna bürünüp çiğ sebze yiyen Adem ve Havva'nın bu "konsept" ile uzaktan yakından ilgisi yok. Pardon yani, azıcık dürüst olalım...

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89