• BIST 9693.46
  • Altın 2513.719
  • Dolar 32.577
  • Euro 34.7689
  • İstanbul 15 °C
  • Diyarbakır 20 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 21 °C
  • Berlin 8 °C

Oryantalist İslamcılık!

Yavuz Delal

Oryantalizm Avrupa’nın sömürge döneminin bir entelektüel disiplinidir; ve sömürüye hizmeti amaçlamış bir projesidir. İslamcılık, Türkiye’nin mevcut halinin bekası adına Kürtleri sömürmeye hizmet için iktidarı meşru kılınmış ve iktidarı meşru kılmış bir projedir. Türkiye iktidarı ve kamuoyu elinde İslamcılık, “Kürt sorunu”nda oryantalist karakterlidir. 

Modern bir sosyopolitik hareket olarak İslamcılık’ın günümüzdeki temel çıkmazı onun doğumuyla alakalıdır. İslamcılık, halkların özgürlük hareketi olarak değil; konjonktür gereği bir kriz projesi olarak doğmuştur. Üstelik İslamcılık, halkın içerisinden krize dönük bir proje olarak da doğmadı, Osmanlı İmparatorluğunun yönetim ve elit kadroları himayesinde doğdu. Bu dönemde İslamcılık, bir kurtuluş ideoloji değil, bir yeniden ku-ru-luş projesidir. 

Osmanlı modernleşmesinin sonunda; Halife-Sultan II. Abdülhamit döneminde, umutsuz Osmanlıyı son umut olarak idame ettirmenin iki projesinden biri İttihad-ı İslam (İslamcılık), diğeri de İttihad-ı Anasır (Osmanlıcılık) olmuştur. Bu iki projenin de işe yaramayacağı ve artık Osmanlı’nın devam etmeyeceği kat’i olarak anlaşılınca, her imparatorluğun çöküşünde olduğu gibi imparatorluğu oluşturan unsurlar, güç dengelerinin öngördüğü yapısallıkları içerisinde modern ulus-devlet veya aşiret-devlet biçimleriyle yeni dünya düzenine katıldı. Bunlardan biri de Türkiye ulus devletidir.

Osmanlı sonrasında; adına Kurtuluş Savaşı denen, gerçekte ise Türk modernleşme savaşı olan süreç başladı. Türk modernleşme savaşı Türkleşme (Türkçülük) üzerine inşa edildi; ve misak-ı milli denen sınırlar, Türk modernleşme savaşının çeperi kabul edildi. Osmanlı modernleşmesinin son umutları olan İslamlılık ve Osmanlılık iflas ettiğinden ve Osmanlı tarihe gömüldüğünden Cumhuriyetin kurucu kadrosu, yine o günlerde temayüz eden fakat Osmanlı tarafından (aslında imparatorluk doğası gereği) kullanılmayan Türkleşme projesiyle Türk modernleşmesini devlet olarak kurumsallaştırdı ve  hemen peşine devrim denen değişiklikleri yaptı.

Resmi tez; Atatürk’ün Samsun’a gittiği Mayıs 1919’u “kurtuluş savaşı”nın başlangıcı olarak kabul eder. Ekim 1922 Mudanya Mütarekesini de zafer olarak bilir. Kısaca, 2-3 yıl kadar sürmüş bir kurtuluş savaşından bahsedilir. Bu süre, bu günün şartlarında bile oldukça kısa bir “kurtuluş savaşı” süresidir. Tahmin edilmez imkansızlıklar içinde, tahmin edilmesi dahi güç olan imkanlara sahip İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya gibi devletlere karşı yürütülen “kurtuluş savaşı”nı 2-3 yılda başarıyla tamamlayabilmek, herhalde ancak çılgın Türklerin işi olurdu zaten!

Halbuki, kurtuluş savaşını 2-3 yıl içerisinde başarıyla sonlandırmış ve yeni ve düzenli bir devlet ve ordu imkânına sahip olmuş çılgın Türkler, tahmin edilmez imkansızlıkları dahi olmayan, yani hiçbir imkâna sahip bulunmayan Kürtlerle, kurulduğu günden beri savaşmaktadır. Mesela, “kurtuluş savaşı”nın medar-ı iftiharı olan ve dev imkânlara sahip İtilaf Devletlerinin desteklediği Yunan Ordularıyla yapılan Sakarya Meydan Muharebesi 22 gün sürmüşken, kendinden başka hiçbir gücü bulunmayan Şeyh Said hareketinin yalnızca Diyarbakır kuşatması bölümüyle yeni Cumhuriyet yaklaşık 20 gün (taarruz 7 Mart’ta başladı ve kuşatma 27 Mart’ta sona erdi) savaşmıştır. “Kurtuluş savaşı”nın tümü hepi topu 2-3 yıl sürmüşken, Yeni Cumhuriyet’in Kürtlerle verdiği savaşın yalnızca Ağrı bölümü tam 4 yıl (1926-1930) sürmüştür. Şu veriler dahi, ne demek istediğimize ışık tutmaktadır: (SETA) uzmanlarından Gazi Üniversitesi Öğretim üyesi Hüseyin Yayman, “Kürt sorunu” konusunda hazırladığı raporunda; Genelkurmay Başkanlığının verilerine göre, Kurtuluş Savaşı’nda verilen toplam kayıp sayısı 10.885 iken; 2009 yılı itibarıyla yalnızca PKK ile mücadelede verilen kayıp sayısını 11.735 olarak belirtmektedir. 

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, TSK’dan ibaretti. Türk modernleşmesi de Ordunun aracılığıyla Türkleşme projesiyle inşa edildi ve sürdürüldü. Gömülen Osmanlı gibi, Osmanlıcılık da gömüldü, halkın Müslüman olması bakımından işe yaramayan İslamcılık projesi ise, başlarında ceberut cellatların beklediği raflara hapsedildi. Cumhuriyet kadrolarının tercihi olduğundan bütün güç Türkleştirme projesine verildi. Yeni tercihle yürütülen Türk modernleşmesini akamete uğratmasın diye rafa kaldırılan İslamcılık yasaklandı. Raftan indirmek isteyenlere ise modernleşmenin yönü adına zor ve baskı kullanıldı.

Doğumunu gerekli kılan şartlar bakımından halk hareketi olmayan, aksine iktidar projesi olan İslamcılık, bir özgürlük hareketi değil, bir ku-ru-luş (kurtuluş değil) projesiydi. Bu sebepten İslamcılık, genetiğine uygun olarak zulüm ve baskı atlındaki halkların özgürlük hareketlerini doğurmadığı gibi, doğmuş bulunan özgürlük hareketlerine bir tutamak da olamadı.

1970’lerden sonra İslamcılık, bir ideoloji olarak genetik kökeninden farklı bir seyir izlediyse de dönüp dolaşan tilki gibi kendini var eden dükkâna döndü. Osmanlı için çürük olan İslamcılık projesi, Ümmetçi Erbakan hareketinin ve Milli Türk Talebe Birliğinin büyütüp kustuğu ve Türklük mefkuresiyle biçimlenmiş bir din anlayışıyla hareket olabilmiş Fetullah Gülen Cemaatinin beslediği AKP katalizörüyle Türkiye’nin yeniden ku-ru-luş-u için yeni nesil iktidar yönetiminin ve elitinin ana  manivelası oldu.

Yani AKP iktidarı yoluyla Türkiye’nin yeniden ku-ru-luş-una hizmetle görevini ihya eden İslamcılık, 70’lerde sapmış bulunduğu genlerine 2000’lerde resmen yeniden döndü.

Doğası gereği miadını dolduran imparatorluk, yeniden paylaşımın icra edildiği I. Dünya Savaşı sonucunda tarihe gömüldü. Emperyalist devletler eliyle imparatorluğun mukadderatı böylece gerçekleşti 

Ortadoğu’nun ana problemi olan yapay olgusallığı, bugün tüm Ortadoğu’yu sallamakta ve onu olması gereken tabii yapısallığına doğru hareket ettirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti de bu yapaylıkla kuruldu. Onu sallayan esas problemin tematik konusu da “Kürt sorunu”dur. İslamcılık işte burada devreye girmektedir. Osmanlı’dan kalan alışkanlıkla ve genetiği gereği İslamcılık, yeniden iktidar kurmaya değil, iktidarı yeniden kurmaya,“Kürt sorunu” tehlikesine karşı Türkiye’nin yeniden ku-ru-luş-una hizmet için tüm ulusal kesimlerin hüsn-ü kabulünü görmüştür. T.C’nin asıl sahibi olan TSK, AKP katalizörüyle İslamcılık projesini “Kürt sorunu”nda Türkiye’ye hizmet için onaylamıştır.

Ve TSK, Türkiye’nin bekası adına kimi önemli tarihsel-kurucu haklarından vazgeçmiştir. Ve vazgeçtiği bu hakları yine Türkiye’nin bekası adına Fetullah Gülen hareketine devretmiştir. Son MİT-EMNİYET hadisesinde görüldüğü gibi, hükümete karşı TSK değil F.G. Cemaati darbe girişiminde bulunmuştur. Çünkü TSK darbe hakkını cemaate devretmiştir. Bunun bir Cemaat darbesi olduğu da; hiçbir resmi sıfatı olmadığı halde Cemaatin Türkiye Cumhuriyetinin anayasal kurumları olan yasama, yargı ve yürütme üzerindeki etkisinin yasal açıdan tartışma konusu edilmemesinden anlaşılmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı üzerinde etkisi olduğu kabul edilen Cemaatin, bu etkisinin yasallığının hiçbir biçimde tartışılmıyor olması da, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde TSK’dan daha etkili bir konumda olduğunu göstermektedir. Çünkü TSK’nın girişimlerinin veya müdahalelerinin anayasal görevleri bakımından tartışıldığını biliyoruz.

Cemaatin anayasal bir kurum olmaması, onun görevleri hakkında tartışmaya da imkan vermiyor. Buna karşın hükümetin ortağı olduğu veya hükümetle ters düştüğü ve bu her iki durumun da anayasal kurumlar üzerinde etki yarattığı bilindiği ve söylendiği halde hiçbir yasal tartışmanın veya yasal sürecin olmaması, Türkiye’nin orta yerde TSK’dan daha büyük bir sahiple karşı karşıya olduğunu göstermektedir; o da The Cemaat’tir.

Türkiye’nin tarihsel derin ve görünür devleti, seküler ulusalcı Kemalizm’i, dindar ulusalcı Kemalizm’le yer değiştirdi. Şimdi Türkiye’de devletin derini Cemaat, görünürü de AKP’dir. Derin devlet Türklük mefkureli dindarlardan, görünür devlet de ümmet mefkureli dindarlardan müteşekkil durumdadır. Ve her iki mefkure de Türkiye’nin mevcut statüsünü devam ettirmenin hizmetine verilmiştir. Değişik ana artelleriyle İslamcılık düşüncesi mevcut Türkiye’nin yeniden ku-ru-luş-una amade edildiğinden ve mevcut haliyle Türkiye’nin yeniden ku-ru-luş misyonuna maddi ve manevi güç odaklarınca sahip çıkıldığından, İslamcılık düşüncesinden “Kürt sorunu”nda Kürtlerin bir özgürlük ideolojisi olarak yararlanma imkânı zayıflamıştır. Dolayısıyla  ezen egemen gücün yenilenmesinin hizmetine verilmiş bu İslamcılık da Kürtlerle egemenliği paylaşmaya yanaşmayacaktır. Öyleyse zorunlu olarak İslamcılık, oryantalist karakterini Kürtler üzerinde işlevsel kılmayı amaçlayacaktır-amaçlamıştır.

Çünkü Osmanlı modernleşmesinin sonunda proje edilen İslamcılık, Osmanlı’nın yeniden kru-luş-u adına doğmuş ve buna hizmeti amaçlamıştı. Osmanlı makus kaderiyle sona ermiş ve bu sonla İslamcılık da fonksiyonel olamadığından rafa kaldırılmıştı. Türk modernleşmesi olan Cumhuriyet ise, başlangıcını Türkleşme projesiyle inşa etmiş ve alternatif projeleri yasaklamıştı. 1970’lerde ümmetçi İslamcılar (Milli Görüş çizgisi) ile milliyetçi İslamcılar (Fetullah Gülen çizgisi) yeniden gelişmeye; cemaat, siyaset ve iktisat üçgeninde yeniden palazlanmaya başlamıştı. Bu yıllarda yanı sıra İslamcılık’ı bir ideoloji olarak belleyen ve Kuzey Afrika, Hint Alt Kıtası ve İran etkileşimiyle tebellür eden ve daha çok fikri bir ivme izleyen az-çok farklı bir anlayış da söz konusu olmaktaydı. Bunlar, ümmetçi ve milliyetçi cemaat ve siyaset İslamcılarından ayrılan kesimlerden oluşmaktaydı. Ümmetçi olmakla beraber, bunlarda öne çıkan vurgu “devrimci İslamcılık” idi. Yani 70’lerle birlikte Türkiye’de İslamcılık; ümmetçi, milliyetçi ve ümmetçi-devrimci olmak üzere üç ana kategoride elverişli hale gelecekti. Milliyetçilerde ümmetçilik çok az, devrimcilik ise hiç yoktu. Ama ümmetçi ve ümmetçi-devrimcilerde milliyetçilik epey bulunmaktaydı ki, milliyetçilik bu ikisinin de doğum yatağıydı. Her üçünün genetik ortak yanları açık-gizli milliyetçilik; fikri ortak yanları da açık-gizli özgürlük anlayışlarıydı. Özgürlük kavramının içeriği gereği, özgürlük anlayışları bunlar kadar sakat olan bir akımdan daha bahsetmek oldukça zordur. Türkleşme prıjesinin 28 Şubat girişimine ve 28 Şubat önlemlerine rağmen, 2000’li yıllara gelindiğinde, Türkleşme eliyle Türk modernleşmesi iflas etti ve yerini TSK’nın da bunu görmesi ve onay etmesiyle İslamlaşma projesine devretti. Çünkü “Kürt sorunu” gösterdi ki artık Türkleşme miadını doldurmuştu ve Türkiye’ye hizmet edemiyordu. Öyleyse artık raflara hapsedilen İslamlaşma alternatifi modern Türkiye’nin hizmetine sokulmalıydı.

Türkiye’de İslamcılık kavramı içerisine konmaya elverişli olan cemaatleri, siyasetleri ve fikri ve kültürel yaklaşımları bir bütün olarak yalnız “kendine Müslüman” olmak ile tanımlayabiliriz. Türkiye’de, “kendine Müslüman” olmak bakımından İslamcılık’ın tüm türevleri “Kürt sorunu”nda ve “Kürt sorunu”nun yarattığı kavramsal kopuşlar içerisindeki kayıtsız özgürlükler alanında Cumhuriyet’in idamesi için Kürtlere yönelik fizik ve psikolojik sömürüye fiilen veya zihnen hizmet etti. Çünkü Türkiye’de tüm türevleriyle İslamcılık, Türkiye Cumhuriyeti iktidarıyla atbaşı gitmekteydi.

Bu nedenle diyebiliriz ki, Kürtlerin İslamcılık’ın tüm biçimleriyle arasındaki zihinsel ve eylemsel duvarlarının yıkılması ve İslamcılık’ın “Kürt sorunu”nda Kürtler için elverişli hale gelmesi öncelikle cari İslamcılık ile hesaplaşmaktan geçiyor. Bunun başlıca yolu da “Kürt sorunu”yla ilişkisinde İslamcılık’ın sorgulanmasıdır. İslamcılık’ın, özellikle Cumhuriyetin Kürtlere yönelik psikolojik sömürüsüyle öncelikli ilişkisi ve yakın ve hatta birebir teması, bir bakıma onun tebarüz ettiği 70’li yıllar itibarıyla “Kürt sorunu”nda Kürtler için ölü doğmasının da nedenidir. Ve hemen hemen bütün İslamcı Kuzey Kürtleri, ölü doğan ile iştigal ettikleri için “Kürt sorunu”nda en az 40 yıl kaybetmişlerdir. Oysa şimdi kendisi sorun olan bugünün İslamcı Kürtlerinin konuya ilişkin açılımları, yaklaşımları, tartışmaları vs. en az 40 yıl önce olmalıydı. Mesela, “Kürt sorunu”na ilişkin Hz. Musa’yla ilgili yaptığım çalışmalar, İslamî camiada aslında en az 30 yıl önce yapılması gereken çalışmalardı. Kuzey Kürtlerine şunu söylemek ve sormak istiyorum aslında: Hızla ilerleyen bir “Kürt sorunu” var; ve bu sorunu İslamî camia 30 yıl geriden takip ediyor. Sorum şu; 30 yıl önce 100 km hızla hareket eden “Kürt sorunu”na yetişmek için, 30 yıl sonra 30 km hızla giden İslamî camia “Kürt sorunu”na ne zam yetişir. Eğer 30 km hızla yetişmesi mümkün değilse, kaç km hız yapması gerekiyor? İşte bu, tüm türevleriyle Türkiye İslamcılık’ının Kürtler üzerindeki yalnızca entelektüel sömürüsünün matematiğidir! 

Devam edecek…inşallah!

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89