Avukatların tutuklanmasının, diğer meslek gruplarından insanların tutuklanmasından farklı bir anlam ifade ettiği açık.
KCK soruşturması tam anlamıyla kitlesel bir siyasi tutuklama olarak sürüyor. Gazeteciler, avukatlar, sağlıkçılar, belediye başkanları tutuklandı. Doğal olarak, “Yeni uzlaşma arayışlarının öne çıktığı dönemeçlerde yoğunlaşan bu tutuklamalar işi bozmak isteyenlerin faaliyeti mi” sorusu akla geliyor.
Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar, Ercan Kanar ve Meral Danış Beştaş’ın da aralarında bulunduğu, KCK ve BDP davalarının avukatları, karşılaştıkları kanunsuzlukları bir grup gazeteciyle paylaştılar.
Avukatlar, bir hamlede 36 avukatın birden tutuklanmasını, ‘dünyada eşine rastlanmayacak’ bir operasyon olarak tanımladılar. Avukatların tutuklanmasının, diğer meslek gruplarından insanların tutuklanmasından farklı bir anlam ifade ettiği açık. Tutuklanan 36 avukatın tamamı; Kürt sorunu üzerinden yargılanan, tutuklananların avukatları.
Emin Aktar, “Birçok avukat bu operasyonlardan sonra korktu ve bu kritik davaları üstlenmekten uzak durmaya başladı. Yarın bizler de korkup geri çekilirsek, Kürt sorunu üzerinden yürüyen davaların avukatları kalmayacak” dedi.
Bunun ne anlama geldiği konusunda, çeşitli perspektiflerden değerlendirmeler yapılabilir. Kaçınılmaz olarak “Kürt kimliği mücadelesi yürüten bir kesime yasal alanda nefes alacak alan bırakılmıyor, barışçı mücadele yollarının önü umutları kıracak şekilde kesilmek isteniyor?” gibi hesaplar akla geliyor.
Duruşmalar 16 Temmuz’da
KCK davasının tutuklu avukatlarının iddianamesi hazırlandı. Duruşmalar 16-17-18 Temmuz tarihlerinde Çağlayan’daki Adalet Sarayı’nda başlayacak. Dışarıda kalan avukatların avukatları, birçok ‘hukuka aykırılık’ın altını çiziyorlar.
Evrensel hukukun en temel ilkelerini ihlal eden Terörle Mücadele Kanunu’ndan hareketle yapılan operasyonlarda bu kanunun gereklerinin bile yerine getirilmediği belirtiliyor. Dinlemelerin, görüşmelerin, tutanakların yasal bir zeminde gerçekleştirilmediği ifade ediliyor.
Avukatlar şu noktaya dikkat çekiyorlar: Öcalan’ın eğer ‘yasadışı bir emri’ olduysa bunu herkesten önce devlet görevlilerinin öğrenmiş olmaları gerekir. Kayıtların tamamı devletin elindedir. Engellemek devletin görevi değil miydi?
Avukatlar, medyanın çarpıtmalarından, saptırmalarından ve dezenformasyonlarından da şikâyet ettiler. Savcılık sorgusunda serbest bırakılan bir avukatın bir düğündeki ‘silah atışı’nın fotoğrafı, basında ‘PKK kamplarında atış talimi yapıldığı’ şeklinde yer almıştı. Buradan yola çıkarak yine tutuklanan avukatlar için bazı gazeteler ‘dağ kadrosundaki avukatlar’, ‘Yunanistan kampında bomba eğitimi alan avukatlar’ şeklinde yayın yapmıştı.
‘Neden beni uyarmadılar?’
Diyarbakır Baro Başkanı Aktar, iddianamede, ‘bazı kişilerin Abdullah Öcalan tarafından tehdit edildiği’ ifadesinin yer aldığını belirtti. Bu ‘tehdit edilenler’ arasında sayılan isimlerden ikisi, Mehmet Emin Aktar ve Osman Baydemir.
İddianameye göre Öcalan, avukatlara bazı isimlerin ‘yanıldıklarını’ söylemiş. Bu isimler arasında Aktar ve Baydemir’in de bulunması, ‘onların da Öcalan tarafından tehdit edildikleri’ yönündeki değerlendirmeye temel hazırlamış.
Mehmet Emin Aktar şöyle diyor: “Eğer benim hakkımda devlet bir tehdit değerlendirmesinde bulunmuşsa avukatlar böyle bir bilgiyi dışarıya taşıdıkları için suçlanıyorsa beni haberdar etmek ve devlet gereken önemleri almak durumunda değil mi? İddianameye bunu yazan savcı beni hiç uyarmadı ve böyle bir tehdit olduğundan haberdar etmedi.” (Öcalan’a bu tehdit iddiası sorulduğunda, “Ben fikrimi söyledim, neden tehdit edeyim ki” karşılığını vermiş.)
Ne olursa olsun, şu bir gerçek: KCK davalarına ilişkin iddianameleri inceleyip, araştırınca, ‘yargıda 50 yıldır bir şey değişmediği’ yönündeki görüşü doğrulayan birçok önyargı kanunsuzluk ve anormallikle karşılaşıyoruz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.