• BIST 9693.46
  • Altın 2496.161
  • Dolar 32.4971
  • Euro 34.5977
  • İstanbul 14 °C
  • Diyarbakır 23 °C
  • Ankara 18 °C
  • İzmir 16 °C
  • Berlin 7 °C

Nureddin Şirin Ağabeyime

Maruf Çetin

Değerli Nureddin Şirin Ağabeyim,

Seninle en son karşılaştığımızda "Suriye konusu beni yaşlandırdı" demiştin. Gerçekten de büyük bir ikilem yaşıyorsun. Bir tarafta Esad rejiminin işlediği akıl almaz zulümler, diğer tarafta İran ve Hizbullah'ın onu desteklemesi...

Beni yaklaşık yirmi yıldır tanırsın. Yirmi yıl önce İstanbul'a geldiğimde Ali Şeriati ve Mutahhari'nin kitaplarını okuduğum ve İran İslam devrimini desteklediğim için kaldığım bir cemaat evinden kovulmuştum. Beni bilirsin, İran'la Şia'yla asla bir sorunum olmadı. Benimsediğim yada benimsemediğim görüşlerim olabilir, ama şu anda da dahil asla muhabbetim eksik olmadı.

Yaklaşık altı yedi yıl önce Esad konusunu seninle konuşmuştuk. O ara "Hama katliamından Suriye İhvanı sorumludur" diyen bir İrancı kardeşimle Suriye konusunu tartışmıştık. Evet bende bir İrancıydım ama ben böyle bir İrancı değildim. Bu yüzden sana gelip bu konudaki görüşünü sormuştum. Suriye konusunda iki durum var demiştin: "Birincisi Hafız Esad evet zalimdi ama Beşşar onun gibi değil. İkincisi Suriye devleti direniş cephesinin içindedir. Lübnan ve Filistin direnişi için önemlidir." Benim o günkü (2006'da) görüşüm ve cevabım da şöyle olmuştu: "Birincisi, Beşşar Esad Hafız Esad'ın mirasçısıdır ve onun devamıdır. Eğer tekrar bir kalkışma ve ayaklanma olursa babasından farklı davranacağını sanmıyorum. Yani onun farklı gibi görünmesini kılan sadece koşullardır. İkincisi, İslam dünyasındaki bütün diktatörlük rejimleri (ki buna Esad rejimi de kesinlikle dahildir), İsrail'e karşı görüntülerine rağmen İsrail'in güvencesidir, bunlar yıkılmadıkça Filistin'in özgürleşeceğini düşünmüyorum. İran İslam devrimi ilk aşamadır ve başka devrimlerle bu aşamaların ilerlemesi gerekir" demiştim. O konuşmayı hatırlıyor musun bilemiyorum. Beşşar'ın Tayyip'le aile dostu ve kanka olduğu o günlerde onun hakkında o kadar karamsar düşünen nadir kişilerden biriydim herhalde. Henüz 2006'da "Filistin'e giden yol, özgür Suriye'den geçer." sloganını kullandığımda bugün Suriye devriminin en hararetli savunucuları bile "Ne alaka" diye rahatsız olmuşlardı. Zaman, onun caniliğinde babasından farklı olmadığı konusundaki fikirlerimi malesef haklı çıkardı.

İran konusundaki kırılmam, Amerika'nın ikinci Irak savaşı sonrasında oldu. Amerika'nın Irak'ı işgal etmesine İran'ın ses çıkarmaması anlaşılabilir bir şeydir. Çünkü İran Saddam'dan dolayı büyük acılar yaşadı. Fakat Saddam'ın düşmesinden sonra Kürtler ve Şiiler elde ettikleri kazanımları kalıcı kılmak için işgalci ve emperyalist ABD ile birlikte her türlü işbirliğine gittiler. Bu durum İran'ın da işine geldi ve bu süreci destekledi yada en azından sessiz kaldı. O zaman senin de ciddi bir itirazda bulunduğunu hatırlamıyorum. Eğer yanılıyorsam Allah rızası için ikaz et!!!

Sözgelimi Seyyid Abdulaziz El-Hekim Beyaz Sarayı ziyaret ettiğinde haber ajansları El-Hekim'in "biz Irak'da ABD ile çalışmak istiyoruz" şeklindeki beyanatlarını yayınlayınca sen ve Aptekin Dursunoğlu hemen kendi sitelerinizde bu demeci yalanlayan haberler yayınladınız. "Seyyid Hekim öyle demedi de böyle dedi" muhabbeti yaptınız. Ben Alptekin'i fazla tanımıyordum, ama senin o tekzip haberin karşısında derin bir hayal kırıklığı yaşadığımı hatırlıyorum. Senin gibi bir muvahhidin, bir devrimcinin, bir anti-emperyalistin, kendisinden ilham aldığımız bir ağabeyin tepkisi böyle mi olmalıydı? "Behey Seyyid bozuntusu! Büyük şeytanın ofisinde ne işin var?" diye sorman gerekmiyor muydu? Biz senden böyle öğrenmedik!

Irak'ta Saddam sonrasında işgale karşı direniş hareketleri İran perspektifinden daima terör hareketleri olarak görüldü. Gerçi senin bu konudaki yazı ve haberlerin temkinli idi. Diğerlerinden daima daha geniş düşünüyordun. Zaten seni farklı ve daha değerli kılan da bu yanındır. (Açıkçası bu eleştirilerim senin şahsından çok, İran çizgisinedir.) Fakat sözgelimi Alptekin Dursunoğlu'nun konuyla ilgili yazıları tam olarak "Irak'ta işgal geçicidir, işgale karşı yapılanlar ise terördür" modundaydı. Bütün İran basını ve İranı destekleyen medya aynı durumdaydı. O noktaya gelince ben koptum.

Amerika'nın Irak'ı işgal etmesini elbette sen de kınamışsındır. Fakat ölçü bu değil. ABD'yi iyilikte ve kötülükte ve her koşulda zaten kınaman beklenir. Ancak Irak'ın işgalinde ABD ile işbirliği yapanları kınadın mı hiç? Amerika ile işbirliği noktasında Suud'tan bir farkı olmayan Maliki hükümetini hiç kınadın mı mesela? Amerika ile işbirliği yapan, onlarla saf tutarak Felluce'ye saldıran şii milislerini kınadın mı hiç? O zaman Suriye meselesinde ABD'nin müdahalesini isteyenleri bu kadar şiddetle kınamanın anlamı nedir? Suriye'de kendi canlarının kurtulması için Amerika'yı istiyenler, Irak'ta kendi payları azalmasın diye Amerika ile kalmak istiyenlerden daha mı az şereflidir? Allah için adil şahitlikte bulun ve bize bilmediğimiz gerçekler varsa açıkla!

Doğrusu Suriye konusunda bugün yaşadığımız ikilem, Irak savaşından bu yana sürmekte olan bir ikilemdir. Yeni bir durum yok, sadece eski durumların derinleşmesi var. Direniş çizgisi adını verdiğiniz (eskiden "islami direniş" diyorduk, şimdi ne hikmetse sadece "direniş" oldu, ben hala "islami direniş" diyorum.) bu İrani çizgi ile Filistin konusunda bir sorunumuz yok. Fakat Irak ve Suriye'de çok ciddi sorunlarımız var. Direniş çizgisi Saddam sonrası Irak'ta Amerika'nın varlığından rahatsız olmuyordu ama Suriye meselesine gelince hemen Amerika'yı bahane ediyorlar.

Peki,

Irak'ta Saddam sonra Amerikan işgal varlığına kimler direndi? Sadece Sünni Araplar, Baasçılar, el-Kaideciler, önemsiz kırıntılar vs. direndi. Başka kim? Hiç kimse!!! Sadece Mukteda Sadr kendisine az pay ayrıldığı için "bak direnirim ha" ayaklarına yatıp sonra da hiçbir şey yapmadı. Hani İran, hani mukavemet, hani direniş, hani mumana, hani bop, hani anti-emperyalizm... Kavramları nasıl bu kadar ters yüz edebiliriz? Irak'ta anti-emperyalizm varolan işgale karşı direnmemekti. İşgale direnmek ise terördü. Suriye'de ise anti-emperyalizm varolmayan bir işgale karşı direnmektir. Kanlı diktatörlüğe karşı direnmekse terör!!! Ümmetin en şerefli evlatlarının, "islami direniş" neslinin içine düşeceği fitne bu muydu? Vay bu ümmetin başına gelenler. Allah'a yemin ederim ki bu fitne İsrail'in işgalinden daha acıdır. Dünya fani, ama Allah bakidir.

Irak'ta Sünniler pay alamadığı için direniyor denildi. Doğrudur, Sünni Araplar yada Baasçılar daha imanlı oldukları için direnmiş değillerdi. Fakat mesele kimin ne için direndiği değil, direnmenin gerekli olup olmadığı değil miydi? Bir ülke emperyalizm tarafından işgal edildiğinde önceliğimiz direniş midir, yoksa pay tartışması mıdır? Emperyalizm işgali karşısında birlik olup direnmek gerekirken pay tartışması yapmanın ne anlamı olabilir? Eğer pay meselesinden Amerika'nın Irak'ı işgal etmesi meşru (kabul edilebilir) bir hal alabiliyorsa o zaman Suriye'de olası bir Amerikan işgalini bu kadar abartmanın ne anlamı var? Gerçekten ben anlamıyorum ve samimiyetle soruyorum. Demek ki Suriye'de de pay meselesi var. Şiiler Nusayri iktidarını kendi payları olarak görüyorlar ve bu payı ne pahasına olursa olsun kaybetmek istemiyorlar. Amerikan işgali bahane, Nusayri iktidarı şahane!!!

Irak işgalinde ve Saddam sonrasında emperyalizme karşı çıkmayanlar, işgale karşı direnişi terörizm diye suçlayanlar; Suriye halkı ayaklandığında "emperyalizmin Suriye'yi işgal etmesine sebep olacak" diyerek Suriye halkının devrimini karalamaya çalışıyorlar. Sevgili Nureddin Ağabey, bu İran siyasetidir ve kirli bir siyasettir. Bu siyaset islam devrimine bir ihanettir. Öyle böyle değil, gerçekten de İran'ın Irak'ta ve Suriye'de oynadığı oyunlar ve ihanetler çok büyük ve kabul edilemez durumdadır. Bu siyaset, islam devriminin saf ruhundan kopmuş, artık bir saltanat siyasetidir. Bu Alinin Şiası değil, Safevinin şiası. İran (en azından bu konuda) yanlış yoldadır ve bize düşen İran'ın yanlışına siper olmak değil, onları kardeşlik hukuku içerisinde hakka ve adalete çağırmaktır. Daha yolun başındayız, bu ümmet çok büyük acılar yaşayacak. Bizim kendi içimizdeki savaşlar, husumetler, nefretler hiç bitmeyecek. Birbirimize sağır ve kör hale geleceğiz. Gayya çukuruna doğru yuvarlanmış hızla gidiyoruz.

Suriye rejimi iddia edildiğinin aksine hiçbir zaman anti-emperyalist olmadı. Amerika hiçbir zaman Suriye'yi şer ekseni olarak tanımlamadı. Sevgili Ağacan bunları sende gayet iyi biliyorsun. 11 Eylül saldırısından önce Amerika'nın şer ekseni içinde üç ülke vardı, ama Suriye yoktu: Irak, İran, Kuzey Kore. 1991'de Amerika Saddam'a karşı savaştığında anti-emperyalist olduğu vehmedilen Hafız Esad Suriyesi, Amerikan koalisyonunun içinde yer almıştı. Dolayısıyla "Suriye rejimi emperyalizme karşıdır" sözü tam anlamı ile bir safsatadır.

Bugün Suriye'de büyük bir trajedi yaşanıyor. Elli yıllık kanlı bir diktatörlük rejimi Suriye halkının onyıllardır mahrum olduğu temel hak ve özgürlük taleplerini vahşi yöntemler kullanarak bastırmaya çalışmaktadır. Yaklaşık bir senedir Suriye'de katledilen insanların sayısı 10.000 kişiye yaklaşmış durumdadır. Onbinlerce kişi kayıptır. Tek başına bu sayı bile korkunçtur. Buna karşılık Seyyid Ali Hamaney sadece "Suriye devleti direnişin güçlü bir kalesidir" açıklamasında bulunuyorsa ortada sence de ciddi bir sorun yok mu? Orada hiçbir insan ölmemiş olsaydı buna "eyvallah" derdik. Fakat orası senin kalense ve bu kadar sivil insan senin kalende öldürülmüşse bunda bir sorun yok mu? Bu kadar sivil insan, senin kalende öldürülüyorsa bunun birinci sorumlusu sen değil misin? Madem Suriye devleti direnişinizin bir kalesidir o zaman burada yaşanan insan hakları ihlallerinden sizler sorumlusunuz. Eğer güçlü bir köpeğin varsa onun saldıracağı insanlardan birinci derecede sen sorumlu değil misin? Neden köpeğine sahip çıkmıyorsun? Madem ki burada bir oyun var, neden oyuna geliyorsun?

İran'ın, Hizbullah'ın, Nasrallah'ın ve şiilerin Suriye'de kınadıkları eylemler, hükümete ve orduya karşı yapılmış olan eylemlerdir. Onun dışında hiçbir eylemi kınadıklarını görmedik. Youtube'ta izliyoruz. 14-15 yaşlarında bir çocuk. Gösteri sırasında çenesinin alt kısmı roketatarla vurulmuş, suratının alt kısmı param parça, çocuk henüz canlı ama yaşamla ölüm arasında gidip geliyor, arkadaşları ve çevresindekiler şaşkın ve perişan, sadece "Ey Beşşar Allah seni kahretsin" gibi sözlerle bağırıyorlar. Bu sadece yüzlerce kareden bir kare... Silahsız sivil gösterilere roketatarlarla ve havan topları ile saldıran barbar bir hükümet var Suriye'de. Buna karşın Hasan Nasrallah da diyor ki, "Efendim o medyanın servis ettiği görüntülere inanmayın. Bizim Humus'ta rejimle ilişkisi olmayan dostlarımız var onları arayıp sorduk, ufak tefek silah atışları dışında önemli bir şey yok dediler" diyor. Fesuphanallah! Şimdi Allah rızası için cevap ver Ağacan: Direniş önderliğinin adil şahitliği bu mudur? "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan ve adaletle şahitlik eden kimseler olun." (Maide 8) ayetini hatırla.

İngiltere'de kundaklama eylemleri yaşandığında İran İngiliz hükümetine göstericilere aşırı şiddet uygulanmaması çağrısında bulunmuştu. Halbuki aynı günlerde İran'ın direniş kalesi olan Suriye sokaklarında her gün 50 sivil insan öldürülüyordu da İran buna bir tek laf etmedi. "Ey Esad bu kadar şiddet uygulama, sivilleri öldürme" demedi. Ölümler onbinleri buldu ve hâlâ da etmiyor. Demek ki İran Suriye'de yaşananları onaylıyor. Ve bu yüzden de Suriye'de yaşananlardan İran birinci derecede sorumludur. Merak ediyorum İran Esad'a kaç ölümlük kontenjan verdi? 50 bin mi, 100 bin mi, bir milyon mu, kaç? Kaç ölümden sonra dur diyecek? Kaç ölümden sonra desteğini çekecek? Yoksa limitsiz mi?

Suriye halkı İran'ın ve Hizbullah'ın direniş kalesi olan kendi ülkelerinde batıdan müdahale isteyecek kadar çaresiz bir duruma geldiyse; bundan İran'ın ve Hizbullah'ın liderleri utanması gerekir. Senin direnişin müslüman halkı öldürüyorsa o direniş değil, zulümdür. Ve hiçbir zulüm karşılıksız kalmaz. Dünya küfürle yaşar, ama zulümle yaşamaz.

Neymiş, efendim Amerika'nın oyununa geliyorlarmış. Farzedelim ki öyle olsun. Farzedelim ki Suriye halkı Amerika'ya güvenerek ayaklanmış olsun. Suriye halkı gasbedilmiş haklarını istemek hakkına sahip değil midir? Eğer bir kimse kardeşinin hakkını yemişse ve mağdur olan kardeşi başkaları kışkırtıyorsa bunda suçlu olan kimdir? Başkasının kışkırtmasına gelen kardeş mi, yoksa kardeşinin hakkını yiyen mi? Sen kardeşinin hakkını verirsen zaten kışkırtacak bir şey kalmaz. Onun için temel mesele hakkın yenilip yenilmediği, verilip verilmeyeceği meselesidir. Kışkırtma meselesi sadece kardeşinin hakkını vermek istemeyenin sığındığı bir bahanedir.

Saygıdeğer Nureddin Ağabey,

Bazı arkadaşlarımdan öyle laflar işittim ki hayret ettim. "Hama ajitasyonu", "kan ajitasyonu", "insanlık ajitasyonu", "kanlı gömlek ajitasyonu" vs. Hayret! Bu sözlere gülünür mü ağlanır mı karar veremiyorum. Biz bu ajitasyon işini bırakırsak ne yiycez hocam. Hama ajitasyonu şu bir kaç aydır yapıyoruz. Fakat o sözleri kullanan şii bozuntuları yüzyıllardır neden Kerbela ve şehitlik ajitasyonları yapıyorlar anlamış değilim. Tam bir dumur durumu! Allah rızası için Nureddin abi sen bu akıl tutulmasını onaylıyor musun? O zaman sen bize en az son otuz yıldır neden Kudüs ve Filistin ajitasyonu yapıyorsun? Humus'tan bir görüntü izliyorum: Genç bir müslüman doktor, etrafında ölümcül yaralı birçok hastalar ve cesetler var. Yapabileceği hiçbir şey yok. "Ya lel muslimin" diye feryat ediyor. Biz bu görüntüleri paylaşınca bizim en yakın arkadaşlarımız bize "Nato'nun gelmesi için ajitasyon yapmayın" diyorlar. Biz bu ajitasyon lafını en son Lübnan savaşında İsrail'den duymuştuk. Bombardıman enkazının altından çıkarılan bebek cesetleri görüntüleri için siyonistler "ceset ajitasyonu yapmayın" demişlerdi. Demek ki "siyonistlik" İsrailoğullarına özgü bir durum değil.

Bazı aklı evvel yorumcular da diyor ki "Efendim tamam Suriye'de bir insanlık krizi var, ama bu meselelerin uluslararası boyutu var bu yüzden insani olarak değerlendirilmemeli." Fesuphanallah. İşte islam siyaseti ile emperyalist siyaset arasındaki keskin çizgi burada başlıyor. Mentalite farkı var. İslam bırakın onbinlerce müslümanın öldürülmesini, haksız yere bir müslümanın dahi öldürülmesini tüm insanlığın öldürülmesi ile eşdeğer tutar. İnsanlık krizi varsa senin siyasetin, Allah ve İslam katındaki meşruiyetin bitmiştir. Bu yüzden İslam Peygambmeri (sa) "Bir diyar küfür ile yaşar ama zulüm ile yaşamaz buyurmuştur."

Sevgili Nureddin Ağabey,

İran ve Hizbullah'ın itibarsızlaştırma kampanyalarına hedef tutulduğunu söylüyorsun. Kendini itibarsızlaştıran İran ve Hizbullah liderleridir. Nasrallah'ın "Bizim Hafız Esad'a büyük saygımız var. Biz Beşşar'ı asla yalnız bırakmayacağız" şeklindeki sözleri kendisini itibarsızlaştırmış durumdadır. Bunlar kabul edilemez, çok talihsiz açıklamalardır. Said Havva da büyük bir alim ve mücahitti. Onun Saddam Hüseyin'i öven sözleri nasıl ki kendisini itibarsızlaştırmışsa Nasrallah'ın bu sözleri de kendisini itibarsızlaştırmak için yeterlidir. Yine de Said Havva'yı da, Hasan Nasrallahı da müslüman kardeşliği çerçevesinde seviyoruz ve kendilerine istiğfar diliyoruz.

Diyorsun ki; "Esad'ı sadece Nasrallah övmüyor, bakın Filistinli Haniye de, Şallah da aynı şeyleri söylüyor". Terazinin içindekiler değişir, ama terazinin ölçüsü asla değişmez, her zaman aynı tartar. Esad'ın elinde müslüman kanı vardır. Şu an bizzat, bilfiil müslüman katliamını sürdürmekte olan büyük bir zalim ve azgın bir tağuttur. Onun lehine şahitlik eden herkes, sadece kendi nefsinin aleyhine şahitlik etmiş olur.

***

Sevgili Nureddin Ağabey,

Devrimler bir sonuç değildir, bir süreçtir. Hz. Peygamber'in (sa) "küçük cihadı bitirip de büyük cihada başlayacak olanlara ne mutlu" hadisindeki gibidir. İman devingen bir şekilde nefsi sapmalara karşı bir teyakkuz halidir. Devrimler ve devrimlerin sonuçları da böyledir. Kazanımlarımız bir anda ters yüz olabilir, hiçbir şey kalıcı değildir. Dünya fani, Allah bakidir. Hz. Musa (as) ile ilgili şu ayet, anlatmak istediğimi tam olarak ifade ediyor:

"Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, yeryüzü Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir." dedi. Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa:) "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek" dedi." (Araf 128-129)

Ayete dikkatle bak. İsrailoğulları sabredecek, buna karşılık Allah onları yeryüzünde mirasçı kılacak ve onlar için yeni bir sınav başlayacak. Böylece Allah, onların nasıl davranacaklarına bakacak! Bu temel ilke bütün devrimler için geçerli. İranlı liderler devrimin özünden saparsa bu Ali Şeriati'lerin, Mutahharilerin, Beheşti'lerin İmam Humeyni'lerin kaybı değil, yaşayan kuşağın kaybıdır. Dünya geçicidir, baki olan ise Allah'tır. İktidar nimeti insanı çabuk saptırır. Dileriz ki sapmazlar ve biz de sapmayız, bunu sağlamanın yolu da "emri bil maruf ve nehyi anil münkeri" daha sık yapmaktır. Yoksa onların hatalarına sahip çıkıp savunmak değildir. Dünya sınavı öyle zor bir sınavdır ki sadece sürekli olarak birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler kurtulabilecek. (Asr Suresi)

Şimdi de şu ayete dikkat et. Kimler nasıl sapar. Tam da bizim önümüzdeki tehlikeyi anlatıyor:

"Allah hidayete erdirdiği bir kavmi, kendilerine sakınmaları gereken şeyleri bildirmedikçe onları saptıracak değildir." (Tevbe 115) Suphanallah. Yaşayan hiç kimse dünya sınavını kazanmış değildir. Hepimizin önünde, eğer yeterince dikkat etmezsek bizi hidayetin aydınlığından kaydırıp gayya çukurunun karanlığına düşürebilecek yasaklar var. Büyük günahlardan birinden sakınmamaya başladığımızda ne kadar iyiliklerimiz olursa olsun o günah büyür ve diğer iyiliklerimizi de karartmaya başlar.

İran sakınması gereken şeyin ortasında yüzüyor: Mezhepçilik fitnesi. İran mezhepçilik günahının batağındadır. Her günahın bir sınav yeri vardır ve İran mezhepçiliğinin sınavı yeri Irak ve Suriye'dir, Filistin değildir.

Sevgili Nureddin Ağabey,

Senin sorunun konulara hamaset üzerinden yaklaşmaktır. Böyle olunca meseleleri sükunet içerisinde değerlendiremezsin. Artık hamaseti bırak. Bil ki en büyük düşmanımız ne İsrail'dir ne Amerika kendi nefsi emmaremizdir ve ona karşı hamaset işlemez. Tam tersine hamaset egomuzu büyütmeye, öteki kardeşlerimizi küçümsemeye, kendimizi ve sevdiklerimizi tazim etmeye sebep olur. Böylece hamaset içimizdeki kibir tohumunun yeşermesini sağlar. Kibir ağır bir taştır, onu taşımaya gerek yok.

Hamaset İslam küfür arasındaki kavgada geçerlidir, halbuki müslümanların kendi iç meselelerinde hamasetin yeri yoktur. Müslümanlar arası meselelerde hamasete gitmek bizleri kişi ve kurum kült'üne (putuna) götürür. Söz gelimi Hasan Nasrallah'ın kahramanlığının müslümanlar arası bir tartışmada önemi yoktur. Eğer "Hasan Nasrallah neden falan sözü söyledi, neden filan eylemi yaptı" diye sorulduğunda "çünkü o şöyle İsrail'i yenen bir kahramandır" diye cevap verilmeye başlandıysa, işte o zaman mitoloji başlıyor. Ümmetin kişi kültüne ihtiyacı yok. İslam kültüründe sadece şehitler tazim edilir, yaşayan birini tazim etmek onun nefsinin bir balon gibi şişmesine, ona fitne olmasına sebep olur. Bu yüzden yaşayanlar içinde kahramanlık daima sıradanlıktır. İnancın yiğitleri, Allah'ın erleri adsız kahramanlardır. Çünkü bu daima tekrarlanabilir bir modeldir. Onlar sıradanmış gibi görünen bir hayat yaşar. (Metin Yüksel yada Selami Yurdan hep böyle değil miydi) Ama günü ve saati geldiğinde öyle kararlı bir kahramanlık gösterirler ki tarihe altın harflerle geçerler. Tıpkı Ahzap suresi 23'teki gibi: "Mü'minlerden öyle erler vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir." (Ahzap Suresi 23) Ve yine Al-i İmran 146'da ifade edildiği gibidir: "Nice peygamberler vardı ki, beraberinde nice Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever." (Al-i İmran Suresi 146)

Gerçek kahramanlık daima hakka uygun olabilmektir. Nefsini tuş edebilmektir. Tıpkı Hz. Peygamber (sa) hadisinde buyurulduğu gibidir. "Gerçek kahraman düşmanları yenen kişi değildir, gerçek kahraman nefsini yenebilen kişidir." Gerçek kahraman ümmete ve Allah'a daima hesabını açık alınla verebilendir.

Enver Sedat da 1973 savaşında İsrail'i yenmişti. Hatta işgal altındaki Sina yarımadasını geri almıştı. Ama aynı kahraman Enver Sedat, Camp David'te ümmete ihanet etti. Aynı şekilde kahraman Nasrallah'ın Suriye'de ümmete ihanet etmesini istemiyoruz. Bize düşen bu gafletten dolayı Nasrallah'ı uyarmak mıdır, yoksa "Nasrallah da böyle dediğine göre vardır bir hikmeti" deyip bu gaflete tabi olmak mıdır?

Bütün bunların özünde şu var: Bizim için belirleyici olan şahıslar mıdır, yoksa ilahi yasalar mıdır? Hiç kimse masum değildir ve hiç kimse ilahi yasaların üzerinde değildir. Kişiler daimi olarak ve kesintisiz olarak ilahi yasalarla uyumlu olmak zorundadır. Birinin şeyhinin yaptığı bazı işler ilahi yasalarla uyumlu değilse "benim şeyhim yaptıysa vardır bir hikmeti" demek kabul edilemez, varsa bir hikmeti o zaman o hikmeti bilmek zorunluluğumuz vardır. Hiç kimse ilahi yasaların üzerinde değildir. Halka zulmetmek ve haksız yere müslüman kanı akıtmak hiç kimseye tanınmış bir ayrıcalık değildir.

İşte Allah'ın haklarında "Kahrolsun Ashabı Uhdud" dediği kimseler hakkında indirdiği ayet:

"Gerçek şu ki, mü'min erkeklerle mü'min kadınlara işkence edip de sonra tevbe etmeyenler; işte onlar için, cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlaradır." (Buruç Suresi 10) Bu en büyük günahtır. Bunu hiç kimse savunamaz ve meşru göremez. Zaruret hali domuz etinin yenmesini mübah kılabilir, fakat hiçbir zaruret tebaayı sindirmek için müslüman halka zulmedilmesini, sivil halkın öldürülmesini mübah kılamaz.

İslami direnişin, zalimlerin ve fasıkların desteğine ihtiyacı yoktur. Hele ki bu zalim ve fasıklar müslüman halkın ve savunmasız masum canların kanlarını akıtıyorsa... Müminlerin dayanağı Allah'tır. "Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvenip dayansınlar." (Al-i İmran 160)

İşte Aziz İmamın dayanağı da bu ilahi ölçüler idi: "Bizim Allah'tan başka kimimiz kimsemiz yoktur. Binlerce parçaya ayırsalar da bedenimizi, gene zulümle mücadeleden el çekmeyeceğiz." diyen devrimin ruhunu ve islami direnişini destekledik. Fakat "Esad zalim ve tağuttur ama ne yapalım direnişin ona ihtiyacı var" diyen "yozlaşmış direniş" bizden uzak olsun.

"Asra andolsun ki insan hüsrandadır. İman edip salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır." (Asr Suresi)

"Bir günahtan tevbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir." (Hadisi Şerif)

Allah bizleri, günahlarından tevbe edebilenlerden kılsın inşallah.

Seni seven kardeşin.

  • Yorumlar 8
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89