• BIST 10267.09
  • Altın 2407.339
  • Dolar 32.2208
  • Euro 34.7162
  • İstanbul 10 °C
  • Diyarbakır 9 °C
  • Ankara 6 °C
  • İzmir 14 °C
  • Berlin 12 °C

Kediye Ciğer, Akdoğan’a Barış Süreci…

Aydın Engin

Davutoğlu hükümetinin “Kaldığı yerden, aynı kafayla devam” programı açıklandı. Ne hikmetse program tartışması ve güven oylaması CHP kurultayının toplanacağı, yani ana muhalefet partisinin bütün milletvekillerinin kurultay salonunda olması gereken günde yapılacak.

Yani tek kale maç oynanacak…

Programda “barış süreci” de yer alıyor.

Okursanız içinizde güller açar. Peki, “Davutoğlu hükümeti bu programı sahiden de yazıldığı gibi uygulayacak mı” diye sorarsanız ve cevabı titizlikle, nesnel bir analizle cevaplarsanız içinizde açan güller solar.

Çok mu kötümserim?

En iyisi bugünkü duruma bir bakalım.

Şu anda sıkça kullanılan bir deyimle “çatışmasızlık hali” yaşanıyor.

Bu iyi. Elbette iyi. Silahların sustuğu, Türk ya da Kürt yurttaşlarımızın cenazelerinin gelmediği günlerde oluşumuza, vicdanı kararmış, ırkçılık batağında debelenenler dışında sevinmeyen mi olur?

Ancak çatışmasızlık hali deyişi bizi yanıltmasın. Şu andaki durum askeri terimiyle söylersek “ateşkes hali”dir. Yani silahlar elde, ancak parmaklar tetikte değil. O kadar.

Sahici bir toplumsal barışa, Türk ve Kürt yurttaşları ırkçı, milliyetçi önyargılardan arınmış, etnik, dinsel ve cinsel farklılıkları ülkenin zenginliği olarak kavramış bir Türkiye’ye ulaşmak için alınması gereken uzuuun bir yol var.

Hükümet “çözüm süreci” terimini yeğliyor. Bir “çözüm”den söz ediyorsak ortada bir “düğüm” var demektir.

Nedir bu düğüm?

Sadece silahların susması, dağdakilerin düze inmesi, silahlı güçlerin eksiksiz olarak sınır dışına çıkması düğümün çözümü için yeterli olabilir mi?

Kimileri (mesela ben) çözüm süreci yerine “barış süreci” demeyi yeğliyor. 30 yıllık bir silahlı çatışma dönemine son vermek, o çatışma ortamını yaratan koşulları ortadan kaldırmadan kalıcı, sürekli, geri dönüşsüz olabilir mi?

Önümüzdeki dönemde bu sorunun yanıtı üstüne uzun uzun tartışacağız. Bugün bir kaygıdan, güven duygusunu zedeleyen bir tutumdan söz etmekle yetineceğim.

***

Hükümetin yeğlediği deyimle “çözüm süreci”ni bugüne dek esas olarak Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay yürüttü. Bundan böyle tek bir bakan değil, bakanlardan oluşan bir kurul yönetecek(miş). Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç böyle açıkladı. Bence ve Ankara’daki kapı yoldaşım Utku Çakırözer’e göre çözüm süreci bundan böyle yeni Cumhurbaşkanı’na bağlandı.

Sürecin yürütülmesinde (dileyen “Yeni Cumhurbaşkanı’nın talimatlarının uygulanmasında” diye de okuyabilir) görevli bakanlardan biri ve sanırım en etkilisi, çiçeği burnunda Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan. Kişilerle işim yok. Kişilerden yola çıkarak bazı sonuçlara varmak da âdetim değil. Ancak Yalçın Akdoğan üstünde birkaç not düşmek sanırım gerekli, hatta zorunlu.

Gerçek ve takma adıyla iki ayrı günlük gazetede yazılar yazan, eski Başbakan’ın başdanışmanı olarak demeçler veren Akdoğan ile barış (ya da çözüm) sürecini bir arada düşünmek pek kolay değil.

Akdoğan 17 ve 25 Aralık yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet dosyalarıyla ilgili olarak sözünü sakınmayan; Cumhurbaşkanı adayı olarak emekçilere, yoksullara, mağdur edilen, ötekileştirilenlere omuz veren Selahattin Demirtaş’tan hoşlanmıyor. Kürt siyasal hareketinin İmralı’ya giden heyetlerinde Demirtaş’ın yer almayışı Akdoğan’ın vetosundan kaynaklanıyor. Deyim uygunsa Akdoğan, Kürt siyasal hareketini kendince biçimlendirmek, yönlendirmek hesabında, niyetinde...

Bu süreci olumluya yöneltmek değil, Kürt siyasal hareketini biat etmeye, diz çökmeye zorlamak demektir. Yani çözümü çıkmaz sokağa sokmaktır…

Bir başka nokta: Kürtlerin Rojava diye adlandırdığı Suriye Kürdistanı’ndaki siyasal gelişmeler.

Rojava’da olup bitenleri yakından izleyenler, son derece elverişsiz koşullara rağmen, bir yandan El Kaide, El Nusra, IŞİD gibi cihatçı katil çeteleriyle savaşmak, bir yandan Kuzey Irak’taki Barzani yönetiminin köstekleriyle uğraşmak zorunda olan Suriye Kürtleri, Türkiye sınırı boyunca uzanan bölgelerde özerk bir örgütlenme kurarak bölge yönetimini üstlendiler.

Hayır, sadece askeri bir “yönetim üstlenmesinden” söz etmiyorum. Ondan çok daha önemlisi orada ilginç ve alkışlanası bir yönetim modeli oturtmaktalar. Epey de yol aldılar. Bu gazetenin okurlarının da ülkemize ilişkin düşleri '61rasında öncelikle yer aldığını düşündüğüm katılımcı demokrasi, kadınların göstermelik değil sahiden de yönetimin her kademesinde etkin ve belirleyici rol üstlenmelerinin kapılarını ardına kadar açma, köy çeşmesinden okulların müfredat programına kadar her kararın halk meclislerinde alınmasını ilke olarak belleme ve uygulama gibi sahici demokrasiye yönelik adımlar Rojava’da epeydir ete kemiğe büründü.

O bölgede çalışan gazeteciler bunun canlı ve dolaysız tanığı.

Peki, Rojava gerçeğine Yalçın Akdoğan’ın bakışı ne?

Soruya onun bir cümlesi ile cevap vereyim. Akdoğan “Rojava Türkiye için bir ulusal güvenlik sorunu oluşturuyor” buyurdu.

Bu kafanın etkin rol oynadığı bir çözüm süreci heyeti ile barışa giden yolda ne kadar yol alınabilir? (Cumhuriyet)

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89