• BIST 10891.42
  • Altın 2529.106
  • Dolar 32.8951
  • Euro 35.7068
  • İstanbul 23 °C
  • Diyarbakır 25 °C
  • Ankara 19 °C
  • İzmir 27 °C
  • Berlin 20 °C

İkinci 367 vakası önlendi

Hilal Kaplan

Yargı, yetkisini aşarak siyasal alana müdahale etti. Bunun en net kanıtı da MİT Müsteşarı'nı "şüpheli" olarak adlandırılması oldu. Siyasî irade üzerinde ister Kemalist, ister muhafazakâr, ister solcu olsun hiçbir savcının vesile olduğu vesayeti kabul edilemez buldum, buluyorum. Bu sebeple İstanbul Başsavcılığı'nın "soruşturmanın gizliliğini ihlal" ve "amirinden bilgi gizleme" nedeniyle Savcı Sadettin Sarıkaya'yı KCK davası dosyasından almasını olumlu buluyorum.

Şimdi, bazılarının bunu "İkinci Şemdinli vakası" gibi sunacaklarını adım gibi bildiğimden bir kıyas yoluyla ben de meseleyi anlatmaya çalışayım. İlkin Savcı Ferhat Sarıkaya'nın başına gelenlerden başlayalım.

Kasım 2005'te Şemdinli'deki Umut Kitabevi'ne atılan bomba sonucu bir vatandaş hayatını kaybetmişti. Saldıranlar halk tarafından "suçüstü" yakalanıp adalete teslim edilmişti. Yakalananların iki Jandarma mensubu ve bir PKK itirafçısı olduğu ortaya çıkacaktı. Soruşturmayı yürüten savcı Sarıkaya, yargılama sürerken "Tanırım, iyi çocuklardır" beyanatını veren Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ı da "adil yargı sürecine müdahale" ve Diyarbekir'de 7. Kolordu komutanıyken "suç işlemek için örgüt kurmak" gibi suçlamalardan davaya ekledi. Ve "faturası kesildi"... İşin acı yanı, bu faturada Ak Parti'nin de imzası olmasıydı. Dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in yönettiği HSYK, Sarıkaya'yı "mesleğin şeref ve onurunu ve memuriyet nüfuz ve itibarını bozacak nitelikte görüldüğü" gerekçesiyle meslekten ihraç etti. Yani artık bırakın savcılığı, avukatlık yaparak bile hayatını kazanmasını engelledi. Derin devletin yapılanmasının bir ucundan tutan bir savcı, böylelikle sisteme kurban olarak sunuldu. Neyse ki referandum (hani şu "yargı siyasete müdahale edip beğenmediği politikayı yargılamasın" diye "Evet" denilen) değişikleriyle beraber bu ayıp telafi edildi ve savcı olarak meslek hayatına geri dönebildi.

Peki diğer savcı Sarıkaya ne yapmıştı? Derin devletin çözümlenmesine mi girişmişti? Bilakis, "Derin MİT"i temizleyeceğine güvenilen kişiyi daha görev süresi iki yılı bulmamışken "şüpheli" sıfatıyla ifadeye çağırmayı başardı. Üstelik "özel kanunlar, genel kanunların istisnasıdır/üstündedir" anlayışına uymayacak biçimde MİT Kanunu'nda belirtilen yetki sınırını da aşarak yaptı bunu...

Kamuoyu meseleyi tartışırken, MİT'in savcıya ifade davetini yapmak için yetkisiz olduğunu hatırlatmasına rağmen ardından bir de "yakalama kararı" çıkarttı. Tüm bu hengâme de hükümeti "çaresiz kalınan zamanlar, çaresiz çözümler üretir" çerçevesinde özel bir kanun çıkartmaya sevk etti. Ve bu gelişmeler neticesinde MİT'in temizlenme ihtimali tamamen Başbakan'ın iznine havale edilmiş oldu.

İlk savcı Türkiye'nin demokratikleşmesi için bir imkân oluşturmaya çabalarken, diğeri bu sürece katkı sunmaya çalışan bir bürokratı "şüpheli" yaptı. İlki tamamen kanunlar çerçevesinde hukuka uygun hareket etmişken, ikincisi bariz bir yetki aşımına gitti, amirine bildirmedi ve hatasında ısrar etti. İlki "devletin temizlenmesi" uğrunda sadece görevinden değil, meslek hayatından da olmuşken, ikincisinin sadece görev dosyası değiştirilmiş oldu. Söyleyin Allah aşkına, bu iki savcının soyadları hariç aralarında ne benzerlik var?

Gelelim başlıktaki analojiye... İlle Savcı Sadettin Sarıkaya hadisesiyle bir benzerlik arıyorsak 367 kararını hatırlayabiliriz. Cumhurbaşkanı Gül'ün seçilmesinden önce Anayasa Mahkemesi kanunlara takla attırıp, siyasî iradeyi anlamsızlaştıran bir karara imza atmıştı. Savcı Sarıkaya da kanunlara takla attırıp MİT Kanunu'nda açıkça yazan "görev ve görev niteliğinden dolayı" ibaresine rağmen, MİT'çilerin görev tanımına hukukun siyah-beyaz yasal gözlüğünden anlaşılamayabilecek işler girdiğinden haklarında düzenlenmiş özel bir kanun olmasına rağmen kişilerin görev niteliği tanımına giren bir meseleyi kriminalize etmeyi başarmış; siyasî iradeyi yargı vesayeti altına almaya kalkışmıştır. Böylelikle, siyaset kurumunu karar alıp politika belirlemeden evvel terbiye etmeye, hizaya çekmeye, ayar vermeye kalkışan hukukçular silsilesindeki şanlı yerini almıştır. Yani buradaki mevzu "kendi adamını kayırma" meselesi değil; yargı yoluyla yapılmaya çalışılmış bir darbeyi önleme meselesidir.

Unutmadan, uzun zaman sonra tekrar arzı endam eden "367 mucidimiz" Sabih Kanadoğlu ne buyurmuş, duydunuz mu: "Hakan Fidan ifade vermeye gitmelidir"...

'Şeytan'ın sağdan yanaşması'na izin vermeyin; ikinci 367 vakası önlenmiştir. Hepimize geçmiş olsun.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89