• BIST 9142.4
  • Altın 2325.163
  • Dolar 32.3729
  • Euro 34.9661
  • İstanbul 20 °C
  • Diyarbakır 18 °C
  • Ankara 21 °C
  • İzmir 25 °C
  • Berlin 15 °C

Hırsızın hiç mi suçu yok

Murat Kapkıner

Taraf yazarı sevgili Demiray Oral bir taksi şoföründen duyduğu, belli ki kendisini çok etkileyen, vurucu bir tümceyle yazısını sonlandırmış: “Uğruna ölünecek hiçbir şey yoktur.” Taraf yazarı Markar Esayan daMüslümanların Masumiyeti adlı Müslümanları kışkırtıcı film konusunda şunları söylüyor: “Doğu’nun paradigma üretmedeki zayıflığının mı, komplekslerinin mi, ya da burada hassas olmaya —öfke aczdir— yerleşik hâllerinin tamamı mı nedir bilmiyorum.”

“Rahipleri, Hrant’ı, misyonerleri öldürdüler. O sıralarda bu toplumda, kimseden o anlamda bir tepki gelmemişti.”

“İsa adına yapılmamış... ‘hakaret’ yok... ama benim için, bu bile ifade özgürlüğünün içine giriyor.”

“Bir insan... İsa’nın bir sahtekâr olduğunu söyleyebilmeli... benim için hakaret olan bu (söz —MK) ifade özgürlükleri içinde değerlendirilebilir. Bütün dünyanın benim kutsal bulduklarıma göre yaşamasını, buna göre davranmasını nasıl bekleyebilirim.”

Ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama Eskimolar, geleneklerine göre misafirlerine eşlerini ikram edermiş.

Yine nerede okuduğumu anımsayamadığım bir efsane daha var aklımda. Eski Yunan’da şöyle bir âdet varmış ailenin babası yaşlanıp, belli bir yaşa gelince ailenin büyük oğlu babasını saçından sürükleyerek kapı eşiğine getirir orada boğazlarmış. Hatta bir gün babanın biri, oğlu kendisini eşikten bir karış fazla sürükleyince “Oop!” demiş, “ben babamı buraya kadar sürüklemiştim.”

Sevgili Demiray, “Uğruna ölünecek hiçbir şey yoktur” diyorsun. Sana bir sorum var: Bu hayatta uğrunda yaşanacak bir şey var mı yok mu? Var diyorsan, ölünecek şeylerin var olması da zorunludur. Yok diyorsan, şöyle bir tipleme yapmış olursun bize: Kendisini bağlayan hiçbir ilkesi olmayan ar-namus tertemiz bir adam, yani ölü; anasına sövsen de tepki vermiyor, dünyanın bütün mutluluğunu ona bindirsen de tepki vermiyor. Bunun, handiyse dünyanın bütün filozoflarınca ifade edilen “ahlaksızlık” olduğu teslim edilmiştir. İyi ahlak ise Kierkegaard’ın üçlemesindeki tam da “Etik Yaşantı”dır (bizim İslam tasavvufunda “nefs-i levvame”ye denk düşer). Yani kişinin kimi ilkelerle kendini kayıtlı bilmesi ve yaşaması. Sonraki, biliyorsunuz: “Dinsel Yaşantı.” “Tanrı’nın Acımasız Avuçlarına düşmek.” Ömrü vefa etseydi bu aşamadan sonra da çekilen o acı nispetinde bir aşkın doğacağını tecrübe edecek ve bize projesini tamamlamış olarak ölecekti. (Fazla iddialı oldu ama; bu böyle.)

Bu ahlak konusu ülkemizde yeterince bilinmiyor. Bu ülkenin çocukları “ahlaksız” dedikleri zaman günahkârı kastediyorlar.

Oysa başa dönersek, anılan Eskimo’yla eski Yunanlı o hiç de hoş olmayan “ilke”lerine sadık kaldıkları sürece ahlaklıdırlar (yani ilkeli). Biz bu insanlara “Kardeşim ahlaklısın, ilkelisin ama bu ahlak hiç de iyi bir ahlak değil” deriz. Yani kötü ahlaklıdan daha berbat durumda birileri var: Ahlaksızlar (yani ilkesizler).

Anılan film olayıyla ilgili başka yazarlar neler yazdılar çizdiler bilmiyorum. Ben salt gazetemizde yazan iki değerli yazar ilgisiyle bunları düşündüm.

Biz Doğuluların çabuk kışkırtmaya geldiğimiz, yani tahriklere kapıldığımız ortada. Cahilliğimiz, geriliğimiz ortada. Ama mesela salt Suriye’de 70.000 kişi öldü, tüm Arap Baharlarını katsak bu sayı iki misline çıkar. El insaf; bunlara “niyazi” demek ne kadar yakışık alır.

(Matbudur) Davos’ta Sayın Başbakan İsrail Cumhurbaşkanı’na efelendiğinde yazmıştım. “Bundan böyle Arap halklarının başlarındaki diktatörlere tahammül etmesi imkânsızdır. Yakın vadede o ülkelerde demokrasiler, en azından cumhuriyetler bekliyorum” demiştim.

Che Guevara yaptıklarını niye yaptı? Yeryüzündeki bütün özgürlükçü hareketler niye yapıldı?Taraf beş yıldır hangi riskleri göze alarak yapacaklarını yaptı?

Gelelim Markar’ın söylediklerine. Onun istediği adam da şu: Pişkin. Adamın karısına sövüyorsun; gülüp geçiyor.

Şu kutsal meselesi. Baştan beri söylediklerimin hepsi kutsallıkla ilgilidir. Benim kutsalım şudur, ötekininki budur; bir Müslüman Kierkegaard’ın söylediği etik yaşantı düzeyine gelmişse, izzetinefsi varsa avratına söveni, taciz edeni gücü yettiği hâlde cezasız bırakırsa, bu kişinin bize göre izzetinefsi, ahlakı (yani ilkesi) yoktur.

Bunu Rasim Abi (Özdenören) duymasın, çünkü “ortak (!) nefsin izzeti mi olur” diyecektir —ki tasavvufi terim anlamında doğrudur elbet—, biz burada sözlük anlamını kullanıyoruz.

Yine şu kutsal meselesine gelelim. Markar diyor ki, kimsenin benim kutsalıma göre yaşama zorunluluğu yok.

Markar !, zorunluluğu yok ama saygı duyma zorunluluğu var. Bizim TCK’da kutsala sövmek ağır tahriktir, verilecek cezanın üçte ikisini götürür. Öteki bütün ülkelerde böyle midir bilmiyorum ama mutlaka bir yaptırımı var.

Neden, çünkü birey ya da toplumların kutsallar edinmeleri evrenseldir. Mesela biz Müslümanlarda Müslüman’ın kutsalına sövmek avratına sövmekten ağır tahriktir. Yine çünkü o inanıra göre, karısını kendisine helal kılan da o kutsaldır.

Yukarıda andım geriyiz, cahiliz, çabuk dolduruşa geliyoruz. Doğru, bu konuda gazetemizde önemli analizler de yayımlandı. Lakin lütfen insanları ya da toplumları onursuz, ahlaksız olmaya çağırmayın.

Markar, kutsalımıza sövmenin (gördüğünüz gibi bize göre anamıza avratımıza sövülmesi de kutsalımızdan maduttur) düşünce özgürlüğü kapsamında olduğunu söylüyor. Bütün bu yazdıklarımdan sonra lütfen tekrar düşünsün.

  • Yorumlar 3
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89