• BIST 9079.97
  • Altın 2324.068
  • Dolar 32.3626
  • Euro 34.9362
  • İstanbul 13 °C
  • Diyarbakır 9 °C
  • Ankara 13 °C
  • İzmir 16 °C
  • Berlin 6 °C

Hayrettin Karaman veya Şıracının Şahidi Bozacı!

Yavuz Delal

Birincisi
Her ne kadar, “2001 yılında, özgürlüğün şart olduğu üniversite ortamında hüküm süren baskılara karşı çıkarak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki görevinden ayrıldı” diye hayrettinkaraman.net adlı sayfadaki biyografisinde bulunan ibarede de, gerçek belirsiz bırakılmış olsa da, çoğu insanın bildiğinin aksine Hayrettin Karaman, başörtüsü sorunu yüzünden görevinden istifa etmemiştir, emekliye ayrılmıştır.

İslam dünyasının tümünde olduğu gibi Türkiye’de de “uzman ulema” hiçbir politik sorun yaşamamıştır: Yaşama imkânı dahi oluşturmamıştır. Şöyle 12 Eylül 1980’den bu yana hafızanızı yoklayın ve resmi ve gayri resmi kaç uzman ulemanın politik sorun yaşadığını düşünün. Kemalist rejim tarafından kaç ilahiyatçı uzman-akademisyen görevinden alınmış, sürgün edilmiş veya hapse konmuştur?

Hayrettin Karaman, emekliye ayrılmasaydı o gün özellikle fakültede çizdiği güya dik duruşlu imajın altında kalacak ve başörtüsü yasağına ilişkin görevdeyken lehte veya aleyhte tavrını koymak zorunda kalacaktı.

Hocamız ne yaptı peki; görevli olduğu fakültede, burnunun dibinde başörtüsü yasağıyla karşı karşıya kalmanın sorumluluğundan kurtulmanın en erdemli(!) yolunu buldu. Şark kurnazlığının uzman ulema atraksiyonunu sahneye koydu ve emekliye ayrıldı. İlgili kamuoyu ise hocanın başörtüsü yasağını protesto ederek istifa ettiği bilgisiyle manipüle edildi. Oysa başörtüsü yasağını protesto için tüm üniversitelerde görevinden istifa eden bildiğim tek akademisyen, o zaman fakültede genç bir araştırma görevlisi olan Veli Karataş olmuştur. Yani hoca, haksız bir yol ile “erdemli davranışı” kendine sermaye etmiştir.

Peki, yazımızın başlığındaki “şıracının şahidi bozacı” da ne oluyor. O da, uzman ve bilirkişi ulemasından Hayrettin Karaman’ın Kundakçı hikâyesine naziremizdir. Hocanın kendi açıklamasıyla fıkhın kaynaklarından biri olan sedd-i zerai gereği şıracının yerine bozacıyı şahit kabul etmemekteyiz. Bu terimin manası haram, yasak ve zararlı olana vasıta olan davranışı menetmek, harama giden yolu tıkamaktır.

Hikâyeye göre IV Murat meyhaneleri yasaklar ve fakat meyhanelerin yerini bozacılar alır. Yani şıracının yerini bozacı alır. Bu ifadeyle söylenmek istenen temel şey, ikisinin de aynı kaynağa dayandığıdır. İfade, “bir saçmalığı başka bir saçmalığa dayanarak ispatlama çabası olarak” kavramsallaşmıştır. Yani boza’da da, içinde taşıdığı alkol oranıyla harama giden bir yol vardır. Buna göre yasaklanmaya gerekçe teşkil eden şey alkol ise, ona giden yol da yasaklanmalıdır.

Şimdi “niye hocayı konu ettim” diye düşünürseniz eğer, “kırk yılın başında” derim, hoca “Kürt sorunu”na ilişkin bir yazı kaleme almış ve efendi psikolojisiyle yalnız bir şeyler değil, helali de haramı da karalamış ve demiş ki, “bölünmeye giden yol kapatılmalıdır”. İşte bunun için, yani “Allah’a hamdolsun ki, türdeşi diğer hoca efendi gibi bir katliam önermemiş!” demek için hocayı konu ettiğimi bilmenizi isterim.

Bir de şunun için konu ettim hocayı, ki; hoca kusura bakmasın kırk yılın başında karaladığı bu yazıyı karalamasam halkım adına Allah’a karşı ihanet etmiş olurdum!

Biraz da, hocanın karalaması hakkında karalayalım: Karalamaya kara çalalım!

Hoca, kundakçı hikâyesiyle “Kürtlerin talepleri” arasında saygı sınırlarını aşan analoji yapıyor ve bir halkın taleplerini sedd-i zerai’nin konusu haline getirerek irade edilen taleplerin olası sonuçları hakkında hüküm veriyor. Yani diyor ki, madem Kürtlerin taleplerini baştan ezemedik, bari olası sonuçlarını mahkûm edelim. Zulmeden Kemalist rejimin Kürtlere ilişkin politikasını haram say(a)mayan hoca, Allah’ın yaratmasıyla söz konusu olan Kürtlerin taleplerinin olası sonuçlarını haram kılıyor. Hiç sıkılmadan haram fetvasının Dinin gereği olduğunu söylüyor.

Kendi görüşünü, Bağdad uzman ulema proflarından olan Abdulkerim Zeydan’ın alakaya maydanoz Kerkük fetvasıyla beyan ederek bölünmenin haram olduğunu söylüyor. “Ümmet” kavramıyla özellikle Kürtleri can evinden vurup, bu heyulayla nedense “bölünmenin” değil de daha fazla bölmenin haram olduğunu anlatmaya çabalıyor. Ve mesela, en az bir asırdır öldürülen, sürülen, hapsedilen, aşağılanan, özgürlüğü elinden alınan, büyük utançlar yaşatılan bir halkı bu hale koyanların Allah’a karşı savaş açmış zalim ve suçlular olduğunu söyle(ye)miyor, ama iş ve sıra Kürtlerin özgürlüğe yaklaşmasına gelince onu haram olarak ortaya koyuyor.

Kürtlere Kürt oldukları için yapılanların haram olduğu ve dolayısıyla Kürtlerin Kürt olarak hakları olan her şeyin Kürtlere teslim edilmesi gerektiği Dinin tek temel kaynağı olan Kur’an vahyinde apaçık ortada dururken, bunu görmüyor; ama sıra Kürtlerin Kur’an’ın olması gereken olarak gördüğü yere yaklaşmasını “ümmet” kavramıyla haramlıyor. Dinin apaçık naslarıyla yapamadığını, “ümmet” yorumuyla yapmaya kalkıyor.

Oysa hukukçu hoca, herkesten iyi bilir ki, hakkında apaçık nas olan konularda hukukun diğer kaynakları şer’i şerif için zir u zeber olur.

Ey hoca, el insaf; eğer nas açıksa ne icma, ne kıyas, ne istihsan, ne mesalih-i mürsel, ne sedd-i zerai, ne örf, ne sahabi kavli, ne şer'u-men kablena ve ne de istishab söz konusu olur!

Ne “ümmetin” maslahatı, birliği, dirliği ve bilmem nesi ve de nesi ve ne de “daha fazla bölünme” günahı, suçu ve vesaire vesairesi Kur’an vahyinin apaçık delilleri varken DİN adına konuşulacak şeyler değildir.

Pek tabii ki konuşursun sayın hoca; ümmet dersin, millet dersin, ne bileyim misak-ı milli dersin falan, ama asla bu işkembeye Din diyemezsin. Aslında onu da dersin, ama o zaman biz de bir şeyler deriz. Çünkü sayın hoca, ne bu Din, ne de bu Peygamber sizin tapulu malınız değildir.

Kısaca sayın hoca, bize şıracı Kemalistlerin yaptıklarının aynısını bozacı ümmetçilikle yutturamazsınız.

Sizi Allah’tan korkmaya Kul’dan utanmaya davet ediyorum!

Âlim iseniz davetime icabet edersiniz!

Etmezseniz, keyfiniz bilir!

Sizin sözünüze karşılık bizim itirazımız hakkındaki doğruluğu siz bilip görmezlikten gelseniz de, her şeyi en iyi bilen ve gören Allah ne bilmezlikten, ne de görmezlikten gelir! Çünkü Allah gerçeği ortaya koymaktan çekinmez!

İkincisi
H. Karaman’ın konu ettiğim karalamasını teşkil eden yazısının esas bölümüne kara çalmamız gerekecek.

("Kerkük'ün Irak'tan ayırılarak Kürdistan'a bağlanmasıyla ilgili Abdulkerim Zeydan’ın fetvası şöyle; "Federatif veya bölgesel sistem adı altında Irak'ın bölünmesi, izalesi farz olan bir münker -meşru olmayan bir tasarruf-tur. Bunu yapmak isteyenlere fiil, söz, destek, övgü, finansman vb. şekillerde yardımcı olmak caiz değildir. Hatta bunu yapanlarla ilgiyi kesmek, onlara karşı protest tavır takınmak gereklidir. Bu teşebbüs (tefrika, ümmetin birliğini bozmak) büyük günahlardan olduğu için teşebbüs edenlerin tazir çerçevesinde cezalandırılmaları meşru olur." Bizde bazı "insan hak ve hürriyetleri" havarileri de "federalizm dahil her şey konuşulabilir" gibi laflar ediyorlar da, o hikayeyi ve bu fetvayı bir katkı olur diye naklettim.)

Parantez içine aldığım bölüm hocanın yazısından. Neresinden tutsanız elinizde kalacak. Hoca hukukçudur, dolayısıyla, fıkhın her şeyden önce derinlemesine kavramak için inanılmaz bir yöntembilim ilmi olduğunu ve bu metodolojiyi de pespaye kurmadığını bilmesi gerekir. Çünkü fıkıh salt bir kanun teknikerliği değildir. Daha fazla bir şeydir o. Fıkıh, İslam sosyolojisi, antropolojisi, ekonomisi, siyaseti ve felsefesidir.

“Kürt sorunu” hakkında ahkâm kesecek bir adam, âlim de olsa önce Kürtlerin arasına girip onların ne istediğine bakacak ve sonra bu istekleri Kur’an terazisinde tartacak ve beraberinde fıkhedecek. Bunu yapmadan ahkâm kesen adam, bırakın âlim olmayı adam bile olamaz.

Hocanın karıştırmak istediği kafalara açıklamamız şunlardır.

“Federatif veya bölgesel sistem adı altında Irak'ın bölünmesi, giderilmesi farz olan bir kötülüktür. Irak’ı bölmeye çalışanlara yardım etmek ve her türlü ilişkiyi kesmemek haramdır. Irak’ı bölmek ümmetin birliğine suikast olduğundan bu teşebbüste bulunanlar cezalandırılmalıdır”.

Bu ifadeyi bırakın uzman ulemadan A. Zeydan’ın söylemesini, ulemanın şahı söylese ne yazar. Hak ve Batıl apaçık ortadayken Hz. Hüseyin ve Yezit arasındaki savaş hakkında dahi bu kadar keskin fetva vermeyen uzman ulema, nasıl oluyor da, üstelik Din’den bu kadar net fetvalar verebiliyor.

A- Irak’ın bölünmesi hakkında bu kadar açık fetvanın Din adına verilmesi nasıl ve hangi şartlarda mümkün olabilir? Ve Irak’ın bölünmesi Kerkük metaforuyla nasıl mümkün oluyor? B- Bu fetva hangi Dinî makam adına ve hangi sıfatla beyan ediliyor. C- Bu fetva hangi toplumsal sözleşme çerçevesine oturmuş siyasal mekanizma (ümmet) ve hangi yetkilendirilmiş merci (emir’el-müminin) tarafından veriliyor. D- Böyle bir siyasal mekanizma ve yetkilendirilmiş merci var ise, bu sistem içerisinde Kürtlerin beyati alınmış mıdır? E- Irak ümmet midir, eğer ırak ümmet ise Kürdistan ümmet değil midir? Eğer Kürdistan ümmet ise, Kürdistan’ın bölünmüş halinin hükmü nedir? F- Irak ümmet değil de ümmetin bir parçası ise, aynı şey Kürdistan için de geçerli değil midir? O halde ümmetin bir parçası olan Kürdistan’ın hükümsüzlüğünün hükmü nedir? G- Irak, Kürtlere ümmet adına hangi meşru teklifte bulundu da Kürtler o teklifi ret etti? H- İddia edilen ümmeti var kabul edelim, bu halde soralım; Kürtler hangi ümmete davet edildiler de o daveti kabul etmediler? Kürtler hangi ümmete ve nerede dâhil olmadılar ve ümmeti bölmeye teşebbüs ettiler de onlara yardım etmek dahi büyük bir günah olsun? I- Eğer Irak gibi Kürdistan da ümmetin bir parçası ise, Kerkük neden Kürdistan’a bağlanırsa büyük bir günah oluyor? J- Irak’ın bölünmesini ümmetin bölünmesi olarak kabul ediyorsanız, ümmeti de yeni yetme bir şey mi kabul ediyorsunuz? Ki, 1900’lere kadar Irak diye bir memleket yoktur. Irak Acem ve Arap demektir. Irakeyn kavramı buradan gelir. Acemin uzağı ve Arap’ın uzağı topraklar. K- Bölünmeden zarar görecek olan ümmet Irak’ı ise, bölünmeden fayda görecek olan da ümmet Kürdistan’ı değil midir? L- Irak’a yapılması helal veya haram olan, neden Kürdistan’a yapılması helal veya haram olmuyor? M- Kürdistan’ın bölünmüş halde kalması neden ümmete bir suikast kabul edilmiyor? Eğer kabul ediliyorsa, neden Kürdistan’ın birliği için fetvalar verilmiyor? N- Peki hoca, Irak’ın bölünmesini isteyen Kürtler’e ne tür bir ceza verilmelidir? Çünkü eğer bu büyük bir günah ise, bunun bir de cezası vardır. Ceza Enfal-Halepce midir? 0- Enfal’in ve Halepçe’nin ve Zilan, Dersim ve Roboski’nin hükmü nedir? Kürtleri öldürmek helal midir? İla ahir…

Hoca bunlara, “ne mi der?” Bence belli, adam federalizmi konuşmayı dahi haram görüyor. Artık gerisini siz düşünün! Fakat kolay lokma olmadığımızı görsün istedim hepsi bu kadar.

Sonlandırayım, Kürtlerin talepleri, yani kendi üzerinde kendisinin tasarruf hakkı talebi, Kur’an vahyine göre meşru mudur, değil midir? Kürtlerin talepleri fıkhın neden konusu olmamıştır? Ve Kürtlerin elde etmeye başladığı sonuçlarının aleyhine fıkıh işletiliyor da, neden lehine işletilmiyor?

Hürriyetini irade eden Kürtler için, onların bu konuda lehinde ve aleyhinde olanları bilmesini sağlayacak bir kavrayış değilse, fıkıh nedir?

Sonlandırıyorum, Kürtler kimseye ayrılmayı dayatmıyor. Tek istediği, buna, kendi adına karar verme yetkisini elde etmektir: Ayrılmamaya karar vermek için?

Bölünme histerisi öyle, sizin baktığınız Kemalist pencereden görünüyor. Eğer iddia ettiğiniz gibi iman penceresinden baksaydınız Kürtlerin “kendi kaderinin tayin hakkı” ilkesi üzerine taleplerini inşa ettiğini görürdünüz!

Sonlandırdım, ne Kemalistliğin şırası, ne de güya ümmetçiliğin bozası! Şıra da sizin olsun, boza da! Vesselam.

  • Yorumlar 25
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89