• BIST 9915.62
  • Altın 2440.177
  • Dolar 32.4575
  • Euro 34.7559
  • İstanbul 16 °C
  • Diyarbakır 18 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 18 °C
  • Berlin 11 °C

Hayrettin Karaman ve Kirli Suskunluk!

Yavuz Delal

Hayrettin Karaman’ın “bölünmeye giden yol kapatılmalıdır” başlıklı Yeni Şafak’taki yazısında açıkladığı fetva, son günlerde konuşulan Güney Kürdistan’ın bağımsızlığa giden yolunu tıkamaya dönük bir fetvadır.

Ve bu fetva, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapamadığını Türk Fetvalar Kuvveti yoluyla yapmayı arzu eden umutsuz bir çabadır. Hayrettin Hoca ve diğer muadilleri ve sevenleri, “Kürt sorunu”nda güce ve konjonktürün getirdiği yere tamah eden TC Hükümetinin dahi gerisinde zihnen ilkel bir çizgidedir. Fıkhın dayanakları adına sergilenen bu yobazlık utanç vericidir.

Barzanî

Fiili Güney Kürdistan ve Başkan Barzanî, TC tarafından sıklıkla imaj değişikliği içinde tutulmuştur. Çoğu zaman aşiret lideri dedikleri Başkan Barzani’yle, gücün ve konjonktürün dayatmasıyla en üst düzeyde ilişki kurulmuş; TC Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından resmen konuk edilmiştir.

Başkan Barzani, daha önce fiilen dünya devleti olan ABD Başkanı Obama ile görüşmüş, ondan önce de bağımsızlıkla ilgili net açıklamalar yapmış ve Irak lideri Maliki’ye karşı TC ile aynı politik kulvarda buluşmuştur. Maliki’nin, hakkında tutuklama kararı çıkardığı Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı Haşimi’yi Kürdistan’da ağırlamış ve Haşimi’ye karşı aynı yaklaşımı TC’de göstermiştir.

Bütün bu gelişmeler, Güney Kürdistan ve Başkan Barzani ile TC ve ABD’nin çıkarlarının kesiştiğini göstermektedir. Bu gelişmelere bir de Kürdistan petrolleriyle kurulacak bir ilişki karşılığında TC’nin Kürdistan’ın bağımsızlığını tanıyacağı yönündeki rivayetler eklenince, ilkel zihniyetle harekete geçen Hayrettin Hoca, emperyalistlerin belirlediğini kendisinin de kabul ettiği sınırları “ümmet” kavramıyla sahiplenmiş ve TC Hükümetinin Güney Kürdistan’ın istemlerine uygun bir politikaya sahip olmasına bu fetva yoluyla engel olmayı amaçlamıştır.

AKP

Yani “bölünmeye gidilen yol kapatılmalıdır” fetvası, Kürtlere değil, AKP Hükümetinin Kürdistan lehine gelişecek bir sürecin içinde olmasını engellemeye dönük verilmiş bir fetvadır.

“Artık konjonktürsel ambiyans Güney Kürdistan lehine seyretmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin de AKP ve politikalarıyla uzlaştığı anlaşılmaktadır. Yani TC Hükümetinin de uygun görebileceği Kürtlerin siyasal iradelerinin lehine olan bir gelişmeye karşı çıkacak bir TSK da yoktur. Öyleyse TSK’nın yeri Türk Fetvalar Kuvveti ile doldurulmalıdır”. Bu ilkel güdüyle verilen fetva, umutsuz boş bir çabadır ve fakat saygın ulema olarak bilinen yetkin şahsiyetin hak ve hukuk konusunda ilkesiz ve kemiksiz kurumlardan daha az güvenilir ve uzlaşılabilir olduğu da görülmektedir.

Hayrettin Karaman, Türkiye’de saygın bir kimliktir; peki, üstelik fıkıhçı olmasının rağmen, neden kendisini Kürtlerin hakkını verme konusunda değil de, vermeme konusunda yetkin kılmak istiyor! Hak vermeme, dinin açıkça ret ettiği ve lanetlediği bir konudur. Hele hak vermemeyi din yoluyla temin etmek tam bir kınama konusudur. Bunları bilmiyor olabilir mi? Elbette biliyor, yani bilgisi yetkin ve fakat anlaşılan o ki, imanı Kürtlere hak verme konusunda yetkin değil.

Hayrettin Hoca Türk toplumunun “mele”sidir (önde gelenlerindendir), bu sıfatla Kürtlerin siyasal iradesinin gerçekleşmemesi için AKP’yi fetva ile uyarıyor. AKP’yi bölünmeye giden yolu kapatma gücüne sahip gördüğünden fetvayı ona veriyor.

Bu fetvaya Kur’an vahyinden delil bulamayacağından (çünkü Kur’an haksızlık üzere olana asla mesnet teşkil etmez), İslam Hukukunun kültürel kaynaklarından olan ve fakat siyasal ve sosyal hareket ve istem normlarıyla açıklama yapması kendisinden beklenmeyen sedd-i zerai kavramını fetvaya dayanak yapıyor. İslam tarihinin hiçbir döneminde sosyopolitik istemler hakkında sedd-i zerai kavramına müracaat edildiği görülmüş değildir. Hoca, ya konuyu anlamamış yani fıkhetmemiş, ya da kendi ilmi geleneğine milli geleneği adına ihanet etmiştir.

Mele

Hocanın yazısını okurken aklıma Firavun ile “mele”si arasındaki bir diyalog geldi. Olay şu;

Firavun sihirbazlarıyla Hz. Musa arasında bir karşılaşma düzenler. Karşılaşmanın sonunda sihirbazlar Hz. Musa’nın yaptıklarının sihir olmadığını ve hakikatin kendisi olduğunu anlar ve tövbe edip Allah’a iman ettiklerini söylerler. Bunun üzerine Firavun, iman eden (kendi kavminden) sihirbazlara öfkelenir ve fakat Hz. Musa’ya ve onun kavmine dönük bir tehditte bulunmaz. Firavun’un bu yaklaşımı, kavminin önde gelenlerini (melesini) Musa’yı ve onun kavmini serbest bırakacağı yönünde kaygılandırır. Ve hemen Firavun’u, (buraya dikkat) “Musa’yı ve onun kavmini ülkede bölücülük yapsınlar ve senin ideolojini terk etsinler diye mi serbest bırakacaksın” diyerek uyarırlar. Ve Firavun tarihi hatasını yapar; melesinin uyarılarını dikkate alır. Bu onun tarihi hatasıdır, çünkü bu kararından sonraki uygulamaları onun da sonunu getirir.

Yani Hz. Musa’nın verdiği mücadelenin bir yerinde Firavun, artık bu işin zorla hal olmayacağını anlamış gibidir, tam Hz. Musa ve onun halkını koyuvereceği bir zamanda, “mele”si bunu yapmasına engel olur (bkz. A’raf suresi 127. Ayet ve öncesi ve sonrası ayetler).

Kürtlerin Musa’sı

Bugün Kürtlerin Musa’sı şu ya da bu değil, bizzat hak ve hukuklarıyla ilgili talepleridir.

Kimi aklı evveller benim Hz. Musa ile PKK mukayesesi yaptığımı düşünürler de, Kürtlerin talepleriyle Hz. Musa’yı örtüştürdüğümü akıl edemezler. Çünkü Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkındaki taleplerine Hz. Musa’nın talepleri en güzel örnektir. Bunun böyle olup olmadığını görmek isteyenin yapacağı tek şey, yalnızca Kur’an vahyindeki Firavun ve Musa kıssasına bakmaktır! Sedd-i Zerai’ye değil tabi.

Ders

Hayrettin Karaman’ın fetvası üzerine çıkarılacak ders bana kalırsa şudur:

Türk toplumun önde gelenleriyle, ulemanın şahı da olsa, Kürt sorununun hal olacağını düşünmek yanlıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin siyasal temsilcileri, başta muhataplık olmak üzere her bakımdan Türk toplumun önde gelenlerine veya kanaat önderlerine tercih edilmelidir.

Kürtler “Kürt sorunu”nda, TC Hükümeti kim ise onu birinci derecede muhatap almalıdır. Bu, Kur’an vahyinin ruhuna ve yöntemine de uygundur. Zira özellikle politik bir sorunun içerisine gönderilen elçiler mevcut siyasal erki muhatap almışlardır. Karşı taraf da öyle yapmıştır, sorunu oluşturan her ne ise, o talepleri siyasal düzlemde irade eden “nebi” ve “nübüvveti” muhatap kabul etmiştir.

Kürtleri temsil eden, Kürtlerin talepleridir. Talepleriyle var olan Kürtler, karşı tarafın siyasal erkiyle muhatap olmalı ve diğerlerini bu anlamda ciddiye almamalıdır.

Kürdistan Konferansı

Düzenlenmesi beklenen Kürdistan Konferansı veya Kongresi kapsayıcı bir Kürt siyasal temsiliyeti oluşturması bakımından, bu yüzden çok önemlidir.

Kürdistan konferansı düzenlenmelidir. Ve bu konferansta mutlaka bir ulusal meclis oluşturulmalıdır. Ulusal meclisin bağlayıcı olması için tüm tarafların bulunması kaçınılmazdır. PKK’siz bir konferans düşünülemez. Aynı şekilde özellikle Kuzeyde İslamî dernek ve platform gibi oluşumlar da mutlaka konferansa davet edilmelidir. Eğer ihmal edilip davet edilmezlerse, bunlar mutlaka davet edilmek için girişimlerde bulunmalıdır. Bu asla ihmal edilmemelidir. Aksi halde, yani Kuzeyin katılımındaki İslamî camianın eksikliği konferans için bir nakısa olabilecek ve bu da Hayrettin Karaman gibi melelerin fetvalarının ardı arkasını getirmeye imkân oluşturacaktır.

Kısaca bu fetva Kürt halkına verilmemiştir. AKP’yi uyarmak maksadı taşımaktadır. Kürt halkı bu ve benzeri fetvaları asla dikkate almamış ve almayacaktır. Bunu Türk toplumunun “mele”si de bilmektedir. Bu saatten sonra, en azından son süreç içerisinde kalmak şartıyla, bu fetvayı AKP’nin de dikkate almayacağı-almadığı anlaşılmaktadır.

Artık, vay Hayrettin Hoca’nın haline ve fetvasına!

Kirli suskunluk

Kürdistan İslamî camiası, tamamıyla TC’nin kurucu, klasik Kemalist milli menfaatleri adına sedd-i zerai gibi alan kayması bir kaynakla maskelenmiş bir fetvanın kritiğini yapmayacaksa, bu fetvadaki ümmetin ne olduğunu tartışmayacaksa, bu fetvanın siyasi bir entrika olduğunu ifşa etmeyecekse, kendisinin siyasi davranmasını ve “Kürt sorunu”nda muhataplık iddiasını ne yapacaktır!

Başta Hakkâri, Van, Bingöl ve Diyarbakır olmak üzere İstanbul’daki Kürdistan İslamî camiası buna da susacak ise, neye konuşacaktır?

Sesleniş

Tüm Küdistan İslamî camiasına şunu söylemek istiyorum; Kürtlerin içerisinde bulunmuş olduğu durum ve İslamî camianın “Kürt sorunu”yla yetersiz ilişkisi, “Kürt sorunu” hakkında suskun kalmamayı gerektirir. Suskun kalma konusunda ileri sürülebilecek bütün teorik veya politik gerekçeler kendini aldatmaktan başka bir şey değildir.

Çünkü İslamî camianın “Kürt sorunu”daki konumu teorik veya politik gerekçelerle suskun kalmaya imkân veren bir konum değildir. Özellikle büyük başların aziz İslam Dini üzerinden yaptıkları ahlaksız teklifleri mutlaka konuşarak tartışmak icap eder. Yoksa suskunluk, bu konuda yalnızca politik değil, teorik bir kirliliği de derinleştirecektir.

  • Yorumlar 2
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89