• BIST 9915.62
  • Altın 2439.282
  • Dolar 32.4246
  • Euro 34.6533
  • İstanbul 13 °C
  • Diyarbakır 16 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 15 °C
  • Berlin 13 °C

Geçiş süreci

Ufuk Uras

Eski geride kaldı, ama yeni henüz doğmadı, üstelik yeni zannedilen de eskiyi içeriyor. Geçiş süreçleri, krizi de krizi aşmayı da içinde barındırıyor. Hayatımız geçiş süreçlerinin bir an önce geçmesini temenni etmekle geçti. Bu süreçte hiçbir siyasi öznenin sabit kalmayacağı, değişip dönüşeceğini doğal karşılamak lazım.

20. yüzyılın bütün modernleşme projeleri çöktü, ama bir tek bizim ülkede bu halin farkına varamama ve değişime inatla direnme sürüyor. Genel teoriler çökerken, yerini paradigmalar arası tartışmaya bıraktı. Otoriter siyasetler de demokratik siyasete dönüşmek zorunda kalıyor. Jakoben geleneğin iflas etmiş yaklaşımları karşısında, Babeuf’ün halkın rızasını esas alan yaklaşımı ön plana çıkıyor.

Toplumun iyiliği klişesi adına bizim yerimize düşünenler, mağdurların, acı çekenlerin düşünemeyeceğini varsayıyorlar. Onları bu ağır yükten kurtarmanın, siyasetin sade insanların işi olduğunu göstermenin tam zamanıdır.

İktidarı devralmanın tek yolunun seçimler olduğunu anlamak gerekiyor. 2009 seçimleri bunun gerçekleşebilir olduğunu kanıtladı.

Bu süreç anlaşılsa, ne köhnemiş Çin modelinden, ne de heterojen bir coğrafyayı homojenleştirme gayretinin adı olan İttihat Terakki geleneğinden, 21. yüzyıl tahayyülünün çıkamayacağı daha iyi saptanacak. Algılamanın olmadığı yerde kavrama faaliyeti olmaz, önce burnunun dibinde ne olup bittiğini algılayabileceksin ki gitmekte olanı ve gelmekte olanı kavrayabilesin.

Anadilde savunma hakkının Meclis’ten geçmesine rağmen, ırkçı kibrin yine hortlaması bunun delili. Meclis kürsüsünden grup adına konuşup, yoğun alkışla taraftar bularak nefretini kusan zat, eskiden bizim toplantılarımıza gelir konuşmalar yapar, bazılarını da etkilerdi, demek ki su kabının rengini alıyor ve durgun suyun bir süre sonra neye dönüşeceğini hayat bize gösteriyor.

Şimdi “saldırıya” geçiyoruz diye konuşan muhtereme, buyrun hodri meydan, anladığınız dil neyse ondan konuşalım demekten başka yol yok. İlk seçimlerde bunu halk yapacak zaten. Bütün bu münasebetsizliklerin arkasında iç iktidar kavgalarının yattığı belli. Gandhi sloganını ortaya atanlar bile artık terk-i diyar ettiğine göre, şimdi kartların yeniden kırılma zamanı. Kendi tariflerinizle başkalarının tarifleri örtüşmediğinde, saldırıya geçmekten başka çare bulamayanların fikri sefaleti ortada. Kendi kimliğinizi başkalarınınki karşısında hiyerarşik bir üstünlük atfettiğinizde, bu kabul edilmeyince, ceberrut devletin uygulamaları devreye giriyor, bütün cumhuriyet tarihinde olduğu gibi.

Milliyetçiliğin yerine ulusalcılık diyorlar; hıyara salatalık dediğinizde adı değişiyor, ama tadı değişmiyor. Türklerle Kürtler arasında kurulan asimetri kabak tadı verdi. CHP, bir zamanların Güven Partisi’ne dönüştü ve bu hat Recep Peker’in faşist geleneğine dayanıyor. Avrupa’da neofaşistler de “Bizim kültürümüz var, sizin etnik kimliğiniz” tezine dayanmıyorlar mı? Neofaşistlerin faşistlerden farkı, kendilerini faşist olarak tanımlamadan, faşizmin tezlerini savunmaları değil mi?

Kürt sorununu tek başına bir iktisadi sorun gibi algılayıp kolektif haklarla yüzleşmek istemeyenler, karnı tok olanın kimliğinden feragat edebileceği gibi bir mide merkezli yaklaşımla aslında yine kibirli ve tepeden bir bakışla meseleyi ele alıyorlar.

Ne demişler başkalarını nasıl bilirsiniz? Kendim gibi.

Meclis’te oylamaya katılıp anadilde savunmaya destek veren Binnaz Toprak’dan, ırkçılığa karşı tutum alarak istifa eden Salih Fırat’a değin, bu onurlu kardeşlerimizi kutluyorum. Bu rejimin niteliği konusunda muhalif cephede tam bir mutabakat yokken, şimdi de rejim yeniden yapılandırılıp, başkanlık rejimine geçme hazırlıkları başladı.

Başbakan’ın Montesquieu ile kuvvetler ayrılığı kavgasında nasıl pozisyon alınacağı da önemli. Solun müktesebatında Paris Komünü’nden 1917 Devrimi’ne değin, kuvvetler birliği ilkesi yatar ve bunun vahim sonuçlarını hayat bize göstermiştir.

Siyaset, egemenliğin kimde olacağının kararlaştırılması, egemenliğin paylaşımı sanatıysa, bu egemenliğin ya otoriter bir karakteri olacak, ya da demokratik. Tartışmanın arka planında yatan da bu aslında; imtiyazlarını ve egemenliklerini paylaşmak istemeyenler, bir de akılları sıra kabaca, hak talep edenleri aşağılıyorlar.

Ortadaki naylon özgüven, bildiklerinin tutsağı olan bir siyasi fanatizme dayanıyor.

İbn-i Haldun’un asabbiyetine dayanan yaklaşımların asabi olmasını anlıyorum, ama kabullenemiyorum, çünkü bu kadarını kimsenin vicdanı ve ahlakı kaldıramıyor, terazi bu sikleti çekmiyor. Belki de tam da bu yüzden içlerini samimiyetle dışa vuranlara teşekkür etmek gerekiyor.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89