• BIST 9693.46
  • Altın 2507.399
  • Dolar 32.5775
  • Euro 34.7746
  • İstanbul 14 °C
  • Diyarbakır 17 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 18 °C
  • Berlin 8 °C

Entelektüel Hurafe

Yavuz Delal

Sosyal ve Siyasal Arastırmalar Merkezi'nin (SAMER), Diyarbakır’da 6-7 Mart 2012 tarihlerinde, Kürt sorunu ile ilgili yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre; katılımcıların %87'si Kürtlerin taleplerine dönük bir referandum yapılmasını, %83'ü Kürtçenin resmi dil olmasını, %67'si KCK operasyonlarının çözüme yönelik olumsuz bir adım olduğunu ve %79'u da Kürt Ulusal Kongresi’nin toplanması gerektiğini belirtmiş. 

Bu oranlar ilgili Kürtler arasında aşağı yukarı genellenebilir oranlardır. SAMER'in araştırmasının gerçeği yansıtmadığı söylenemez; BDP'nin 2011'deki genel seçimlerde aldığı oy oranı düşünüldüğünde, Kürtlerin en az yarısının yukarıdaki oranları kesinleştirdiğini, diğer yarısının da en azından iligi taleplere karşı sıcak durduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Bu sonuçlar, geçmiş TC Hükümetlerinin ve mevcut AKP Hükümetinin şu an yaygın biçimde uyguladığı Kürtlere ilişkin Devlet politikasının, çözüme dair, verimsiz olmakla kalmayıp aynı zamanda amaçlandığı söylenen birlikte yaşama şansını yok ettiğini gösteriyor. Durum bu iken, çözüm tartışmalarında bu somut bilgilerin Devlet ve Hükümet politikalarının özünde olan tahakküm kurucu milliyetçilik ve anti-demokratik içeriğine hiç etkisinin olmadığı şaşılacak düzeyde görülmektedir. 

Araştırmalarla ortaya çıkan Kürtlerin talepleri ve bu talepler karşısında TC hükümetlerinin aldığı tavır zıt kutuplarda seyrediyor. Bu zıtlık TC Hükümetlerinin ve mevcut AKP hükümetinin, "Kürt sorunu"na ve çözüm sürecine hükümet ederken Kürt halkının düşüncelerini ortaya koyan araştırmaları ve çözüm sürecinin insanî olan (Kürtlerin ne istediği) yanını bir kenara attığını gösterir. 

Çözüm üzerinde tartışan AKP, CHP, MHP gibi siyasal taraflardan ve seküler ve dini sosyal taraflardan hiç biri, çözümün, bu çözüme bağlı olarak yaşamak zorunda kalacak olan Kürtler tarafından onaylanmasına veya Kürtlerin ne düşündüğüne aldırmıyor. 

Buradan anlayacağımız şey, TC'nin siyasal ve İslamî cemaatler dahil sosyal kurumlarının "Kürt sorunu"nu devlet politikasının öngörüsüyle çözmeye çalıştıklarıdır. Ama bu çözüm yöteminin hiçbir işe yaramadığı, aksine sorunu daha da büyüttüğü aşikârdır. Çünkü, Kürtlerin, araştırmalarla da somut olarak ortaya konan taleplerinin sonuçlarına gereken önem verilmiyor. Aslında gereken önemin verilmesi zaten işin doğası gereği imkânsız gibi bir şey: Ya Kürtler, taleplerinin egemenliğe vurgu yapan içeriğini değiştirecek ve taleplerinin içeriğini demokretikleşme sürecine uygun hale getirecekler; ya da savaşı sürdürecekler. Adına "Kürt sorunu" dendiğine göre, sorun bireysel bir sorun değildir; toplumsaldır ve bu toplumsallık Kürtlerle ilgili bir toplumsallıktır. Öyleyse sorun bireylerin temel hakları bağlamında demokratikleşmenin temel konusu değildir; sorun TC'nin baskı ve Kürtlerin özgürlük politikasıyla, yani "kendi kaderini tayin hakkı" ilkesiyle ilgilidir. Anlaşılan o ki, işin doğası gereği bir tarafın temel hareket noktasından vazgeçmesini mümkün kılacak sürece kadar bu kavga devam edecektir. 

Buraya kadar anladığımız şey, şu birinci çıkarsama olmalıdır: TC'nin siyasal ve sosyal yapısında Kürtlerin somut sonuçlarının elde edemediği değişimi, entelektüalizmin soyut felsefi yaklaşımlarla elde etme çabası bir hurafedir. 

SAMER'den önce de, yığınla değişik sosyopolitik ve sosyoekonomik angajmanlarda hazırlanmış araştırma raporlarının hemen hemen hepsi TC'nin devlet olarak sürdürdüğü "Kürt sorunu" politikasının başarısız olduğunu açıklamış ve raporlar halinde dönemlerinin hükümetlerine sunmuşlardı. Entelektüalizmin önemsediği bu araştırmaların hepsi bilimsel yöntemler kullanılarak hazırlanmış somut verilerdi. Ama TC'nin bilimsel olana itibar ettiğini söyleyen hiçbir siyasal ve sosyal yapısı bu bilimsel raporları dikkate almamıştır. 

TC Devletinin yaklaşık doksan yıldır kullandığı özünde aynı olan politikaların yanlışlığı son otuz yılda da Türkiye entelektüellerince söylenmekteydi. Hatta bu politikaların başarısız olduğunu bizzat AKP Hükümeti de kabul etmiş gözükmekteydi. Ama yanlışlığının kabul edilmesinin rağmına, bu politikalar 2012'nin bu son gününde de kullanılmakta ve sonraki yıllarda da kullanılmasına devam edileceği açıklanmaktadır. AKP, Mart 2012'de gazetecilere açıkladığı deklerasyonla, mücadelemiz "bin yıl sürecek" demektedir. 

Şimdi, TC Devleti ve o devletin hükümeti olarak AKP, Kürtlerin somut verilerini ve somut eylemselliklerini dikkate almazken, TC'nin ve AKP'nin "Kürt sorunu" politikasını değiştirmeye dönük entelektüel soyut eleştirileri ve soyut eylemleri dikkate almasını beklemek boş bir inançtır. TC ve AKP için "Kürt sorunu"nda entelektüalizm bir hurafedir. 

İkinci çıkarsama da şu olmalıdır: Entelektüeller Kürtlerin somut sonuçlarını, insanlık, evrensellik veya ümmetçilik adına yargılayan kanun adamlarıdır. 

Entelektüalizm, "Kürt sorunu"nda uzman yargısıyla eşleştirildi. Kürtler, TC'nin kanunları adına yargılanmaktaydı, bu yargılamaya insanlık, evrensellik ve ümmetçilik adına entelektüeller de katıldı. Türkiye entelektüalizminin amacı "Kürt sorunu"nu daha insanî bir boyuta indirgemekti. İnsanî indirgeme uzman görüşlerini öne çıkarmaktaydı. Terör uzmanları, stratejik araştırma merkez uzmanları vesaire... hepsi uzman sonuçlarını açıklıyır ve bu sonuçlardan yararlanan entelektüeller insanî çıkarsamalarda bulunuyorlardı. Bu uzmanlara İslamî STK araştırmaları ve İslamî STK uzmanlıkları da dahildir. Kürtler Kürtçenin resmi dil olmasını istiyor, federasyon talep ediyor, KCK operasyonlarını kınıyor, Ulusal Kongre düzenlemeye çalışıyor; ama entelektüeller bu konularda uzmanların görüşlerine başvuruyorlar. Kürtler için entelekt ediyor, ama uzmanların yargılarına göre düşünüyorlar. Entelektüalizmin insanî indirgemesi dediğimiz şey budur. Bu entelktualist insanî indirgeme; Kürtler için insanî olanı Kürtlerden  daha iyi bilmek ve Kürtlerin ne istediklerini bilecek insanî ölçülere sahip olmadığına inanmaktadır. Anayasa sürecinde hatırı sayılır entelektüellerden hiç birinin, Kürtlerden tezahür eden resmi dil ve federasyon gibi somut verileri önermediği veya Türkiye entelektüalizminin Kürtlerin ne istediklerine yönelik refarandum yaparak karar verilmesi gerektiğini belirtmediği açıkça ortadadır. 

Kürtlerin somut tezahürlerine mukabil, belki, entelektüel yaklaşım daha açıklayıcı ve esaslıdır. "Kürt sorunu"nun özünü daha güzel açıklıyordur. Ama bütün bunlar Kürtlerin tezahürlerinin dışında bir yerde bulunmaktadır. Dış kapının mandalları gibiler. Kürtlerin tezahürleri eylemleridir. Eylem ise somut düşünmeye sonuç verir. Bu eylemin dışında duran entelektüel ise soyut düşünmektedir. 

"Kürt sorunu"nda Kürtlerin eylemleri somut ve siyasidir. Çoğunun sandığı gibi totaliter değil, demokratiktir. Çünkü Kürtlerin eylemi, eylemden etkilenen her Kürt için, kendi düşüncesiyle eylemde yer alabilecek biçimdedir. 

Türkiye entelektüalizminin eylemi ise düşünseldir. İndirgemeci olduğundan, yani somut eylemin dışında bulunduğundan soyuttur. Soyut eylem ise, sanıldığının aksine demokratik değil, totaliterdir. Çünkü "Kürt sorunu"nda savundukları insanî boyut, kendi insanîliklerinin kapsamındadır. Esas alınan insanîlik, Kürtlerin insan olarak inandıkları şeyler değildir. Kendi perspektiflerindeki insanîliği dayatmaktadırlar, bu yüzden totaliterdirler. Bunlar sürekli olarak eşitlikten, adaletten, özgürlükten bahsederler, ama Kürtlerin egemenlik taleplerini ve egemenlik haklarını savunmazlar. Oysa Kürtler egemenliklerini, yani "kendi kaderini tayin hakkı" ilkesini vurgulamaktadır. Bunlar ise bunun yanından bile gçmemekte, geçtikleri zaman da bu talep ve hakkın mahzurlarından bahsetmekteler. 

Entelektüeller Kürtler için de, önemli olan şeyin Türkiyenin demokratikleşmesi olduğunu söylerler. Dolayısyla bunun önemsenmesini isterler. Türkiye'nin demokratikleşmesine karşın, Kürtler için önemli olan şeyi de, Kürtlerin bir taraf atmasını isterler. 

Entelektüellerle Kürtlerin önemsedikleri başka şeyler olunca, karşılıklı etkileşim de sıfıra iniyor. Soyut eylem, somut eylemle etkileşimi geçersiz kılıyor. Böylece, bu geçersizlik üzerine söylem geliştiren entelektüalizm, "Kürt sorunu"nun çözümünde hiçbir katkı oluşturamıyor. 

Ve malesef geride, yalnızca elimizde bir entelektüel hurafe yığını kalıyor.

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89