• BIST 9668.36
  • Altın 3996.585
  • Dolar 38.8091
  • Euro 43.2885
  • İstanbul 11 °C
  • Diyarbakır 15 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 8 °C

Devlet

Ahmet Altan-

Sorumuz basit ve net.

“Devlet, vatandaşlarının özel hayatına karışma hakkına sahip midir?”

Kemalist Cumhuriyet’in buna cevabı da basit ve nettir.

“Evet, devletin karışmaya hakkı vardır.”

Niye buna inanıyor Cumhuriyet?

Çünkü “halkın” eğitilmesi gereken bir cahil sürüsü olduğuna, doğru kararlar veremeyeceğine, daima “eğitimliler” tarafından yönlendirilip yönetilmesi gerektiğine inanıyor.

Bir kadın başını örtüyorsa bu onun “cehaletindendir”, “gericiler” tarafından aldatılmasındandır.

Bu “cehaleti” önlemek için de “başörtüsünü” yasaklar.

Kadını, kendi başına karar verebilecek biri olarak görmez.

Kadının yerine ne giyeceğine “devlet” karar verir.

Bugün Kemalistler devlet yönetimindeki yerini kaybetti, devleti artık “muhafazakâr dindarlar” yönetiyor.

Değişen ne?

Devletin vatandaşın özel hayatına karışma yetkisi olduğu inancı aynen duruyor.

Sadece “neye karışacağı” konusu değişti.

Muhafazakârların devleti de “halkın” cahil olduğuna, doğru kararlar veremeyeceğine ve “dindarlar” tarafından yönlendirilip yönetilmesi gerektiğine inanıyor.

Bir kadın kürtaj yaptırmaya karar verirse bu onun “cehaletindendir”, “dinsizler” tarafından aldatılmasındandır.

Bu cehaleti önlemek için de “kürtajı” yasaklar.

Kadını kendi başına karar verebilecek biri olarak görmez.

Kadının yerine ne “yapması gerektiğine” devlet karar verir.

Birbirinin aynısı olan yönetim biçimleriyle karşı karşıyayız.

Halk gene bir “sürü”, yöneticiler gene “çoban”.

Kadının tek başına doğru karar veremeyeceğine Kemalistler de muhafazakârlar da aynı şekilde inanıyor.

Eskiden kadınların başörtüsü takıp takamayacağına Genelkurmay başkanı karar veriyordu, bugün kadının kürtaj yaptırıp yaptırmayacağına Başbakan Erdoğan karar veriyor.

Genelkurmay başkanları haklılıklarını savunmak için “Atatürk” derlerdi, Erdoğan da “Diyanet” diyor.

“İnsanlar, Atatürk’ün inançlarına ve kurallarına neden uymak zorunda”
sorusunun mantıklı bir cevabı yoktu, bunun cevabı mahkeme ve hapisti.

“İnsanlar, neden Diyanet’in kurallarına göre yaşamak zorunda”
sorusunun da mantıklı bir cevabı yok, cevap “yasak”, mahkeme ve hapis.

Diyanet, Sünni inancın devlet eliyle kontrollü bir şekilde uygulanması için kurulmuş bir teşkilat, Diyanet’i, dolayısıyla “Müslümanlığın devlet yorumlu Sünni uygulamasını” bir mecburiyet olarak ortaya koyduğunuzda, hayatını Kuran’a göre yaşamak isteyen Sünnilerle Aleviler, gayrımüslimler, dinsizler ne yapacak?

Bu ülkede herkes Diyanet Sünnisi olmak zorunda mı?

Bu “zorundalığın” meşru kaynağı ne?

12 Eylül Anayasası’nda bile böyle bir meşruiyet kaynağı yok, böyle bir yasa yok.

Bizim askerler, Atatürk’ün ağzından laflar uydurdukları gibi bizim muhafazakârlar da Kuran adına laflar uyduruyorlar.

Bir dostum bana Edip Yüksel’in YouTube’daki konuşmasını göndermiş, Yüksel “Kuran’da kürtajla ilgili bir yasak yok” diyor.

Ayrıntılı bir şekilde de anlatıyor, “evlatlarınızı öldürmeyin” emrinin “doğmamış çocuklarla” ilgili olmadığını söylüyor, bu emrin asıl amacının o zamanlar yeni doğan “kız” çocuklarını öldüren “müşrikleri” engellemek olduğunu söylüyor.

Kavrayabildiğim kadarıyla anlattıkları mantıklı ve inandırıcı gözüktü, dindarlar “dinen” tartışmak istiyorlarsa o ayeti tartışırlar.

Ayetleri tartışıp tartışmamak dindarların bileceği bir iş ama bu ülkenin halkının “nasıl yaşayacağına”, ne yapacağına devletin karışıp karışamayacağı hepimizi ilgilendiren bir iş.
Devlet, bizim nasıl yaşayacağımıza karar verecek mi?

Kemalizm bu kez “muhafazakâr” biçimiyle sürecek mi sürmeyecek mi?

Kuran bile devlet yorumuyla mı kabul ettirilmeye çalışılacak?

Sünni dindarlara “dininizi bizim dediğimiz gibi yaşayacaksınız” mı denecek, Sünni dindar olmayanlara da “ne olursanız olun bizim Sünni dindar yorumumuzu hayatınıza uygulayacaksınız” emri mi verilecek?

Biz hayatımızı “emirlerle” mi belirleyeceğiz?

Kemalistlerin Atatürk’ü gibi muhafazakârların Erdoğan’ı da “bizim ulu önderimiz”, bir okuyucumuzun dediği gibi “postmodern milli şefimiz” mi olacak?

O nasıl yaşıyorsa biz de öyle mi yaşayacağız?

Ülkenin bütün kadınları yerine Erdoğan mı karar verecek?

Kürtaj yasaklandığında, çocuk bakmaya gücü yetmeyen, çocuk istemeyen çiftlerin nasıl sevişeceğini de devlet mi belirleyecek, sevişme yönetmelikleri de çıkartılacak mı?

Bugün “eski bir kavga” yeni versiyonuyla sürüyor.

Biz “güdülecek” bir sürü müyüz, değil miyiz?

Sürü olduğumuza, çobanımızın da Erdoğan olduğuna inananlar var, sürü olduğumuza, çobanımızın da Atatürk olduğuna inananlar olduğu gibi.

Bir de “biz sürü değiliz” diyenler var.

Sürü olmayı kabul edenlere bir lafım yok.

Ama sürü olmak istemeyenler için mücadele yeniden başlıyor.

“Biz sürü değiliz”
diyen her ırktan, her dinden, her mezhepten, her inançtan, her görüşten insanın biraraya gelmesi gerekiyor.

Bizi sürü sananlara sürü olmadığımızı göstermeliyiz.

O devletse, biz halkız.

Ferman devletinse, meydanlar bizimdir.

  • Yorumlar 5
  • Facebook Yorumları
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    • demokrat01 Haziran 2012 Cuma 16:36ilginç

      yazıya hiçbir yorum yapılmamış olması ilginç, demek ki çoğunluk kendini bir sürünün parçası olarak görüyor. ama iyi yönden bakarsak, sürü olmayı savunan birilerinin çıkmaması da yaptığımızın yanlış olduğunu hissettiğimizi gösterir diye düşünüyorum. Liderlerin ve takipçilerinin olmadığı, özgür bireylerin dünyası için saygılarımı sunarım.

      Yanıtla (0) (0)
    • Abdullah Saydın01 Haziran 2012 Cuma 18:40Yorum

      Belki bir Ahmet Beyin yazılarına yorum yazamıyorum. Belkide bire bir düşüncelerımı buluyorum; hatta dahada ötesi düşünmeye fırsat bulamadıklarımı bile buluyorum, bu hayranlığa akıcı edebi uslubu ekleyince toplum vicdanına tevdi edılen yakışır bir bütünlük. Umarım bunlar iltıfat olarak algılanmaz.Rastgele yorumlardan başka yazı yazmamayı önüne koymuş 12 eylulde 53 yıl ceza ile 9 yıl yatmış bir gazeteciyim.Liberal demokrat bir çizgiye gelışımde Altanlar

      Yanıtla (0) (0)
    • viranşehirli02 Haziran 2012 Cumartesi 01:33sürü

      biz sürü olmayacağız.

      Yanıtla (0) (0)
    • Cesim Taş02 Haziran 2012 Cumartesi 15:09DEVLET

      Sayın Altan gerçek şudur ki devlet olgusunun toplumumuzda hala yeterince bilince taşırılamayışı, Devlet askeri ve sivil kurumlaşmalarla var olan coğrafyada doğa ve insana dayatılmış bir baskı mekanizması gerçeğinden yola çıkarsak, bugün var olan iktidar ve devlet çeteleşmesi karşısında meydanlarda milyonların olması gerekirdi. demektir ki hala ben sürüyüm çobansız yapamam diyen çoğunluktur. efendi değiliz köle de olmak istemiyoruz diyebilene selam olsun.

      Yanıtla (0) (0)
    • CESİM TAŞ02 Haziran 2012 Cumartesi 15:21TAPINAK-DEVLET VE TECAVÜZ

      Sömürü odaklı savaşların yoğunlaşması ile beraber savaşlarda tutsak edilenler öldürülmeyip köle olarak Tapınaklarda çalıştırılmış ve emeklerinden yararlanılmıştır.Bu süreçte özellikle tutsak Kadınlara Tecavüzler yoğunluklu yaşar.Çocukların doğması onlar için savaşacak güç,çalışacak emek gücü ve "Erk"lerini alkışlayıp onlara biat eden sürüler olacağından bu tanrı tarafından kendilerine verilmiş bir hak olarak topluma lanse edilmiştir.Kad

      Yanıtla (0) (0)
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89