• BIST 8988.92
  • Altın 2296.158
  • Dolar 32.3236
  • Euro 35.0675
  • İstanbul 22 °C
  • Diyarbakır 15 °C
  • Ankara 20 °C
  • İzmir 23 °C
  • Berlin 11 °C

BM sahnesinin yıldızı Ruhani ile Obama

Ceyda Karan

Birleşmiş Milletler’in yıllık Genel Kurul sahnesinin bu yılki yıldızı belli oldu: İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani. Anlaşılan o ki ona ABD Başkanı Barack Obama da ‘eşlik edecek’. Uluslararası medyada alıp başını yürümüş olan rivayet o ki, Obama ile Ruhani dünyaya sembolik bir kare sunacak. İran İslam Devrimi’yle yaratılan ‘büyük şeytan’ mefhumundan 34 yıl sonra bir İran lideri ile bir Amerikan başkanı arasında bir el sıkışmaya tanıklık edersek, hiç şaşırmayalım.

POTANSİYEL YENİ ADIMLAR

Amerika ile İran arasında son dönemde ciddi bir ‘diplomatik flört’ hâli var. Hasan Ruhani’nin geçen haziranda cumhurbaşkanı seçilmesiyle giderek ritmikleşen bir ‘yakınlaşma’ diyebiliriz. Ve BM Genel Kurul oturumları, elbette sonucu hayli meçhul olsa da potansiyel bir yeni adıma işaret ediyor.

Gelinen noktanın son tezahürleri şunlar oldu:

1-
Obama ile Ruhani’nin nükleer programla ilgili niyetler ve Suriye ana temalı mektuplaşmaları açıklandı. ABD Başkanı’nın mektubunda nükleer meselenin barışçı çözümünü arzulandığı vurgusu dikkat çekiciydi.

2-
New York Times gazetesinde Ruhani’nin İran’a yönelik yaptırımları bitirecek şekilde tartışmalı nükleer programla ilgili ‘hızlı bir anlaşma’ peşinde olduğu yazıldı.

3-
Wall Street Journal gazetesi, Obama yönetiminin BM Genel Kurulu vesilesiyle İran ile üst düzeyde görüşmeler yapmaya hazırlandığını yazdı.

4-
İran liderinin Amerikan medyasında NBC televizyonu ile özel mülakatı ve cuma günü de Washington Post gazetesinde yayımlanan yorumu şaşkınlık yaratacak cinstendi.

OBAMA’NIN ARAYIŞI

Beyaz Saray temkini bile kısmen bir kenara bıraktı, İsraillileri dahi şaşırtacak denli ‘pozitif’ açıklamalar yapıyor. En son sözcü Jay Carney, Amerikan yönetiminin İran’ın nükleer programının sivil amaçlı olduğundan emin olması hâlinde karşılıklı saygı temelinde görüşmelere başlamaya hazır olduğunu duyurdu, “Buna zaten hep hazırdık” dedi. Haklı. Zira, Obama aslında ilk seçildiği 2009’da İran halkına yönelik hitabından beri bu arayışta. Zaten Irak üzerinden Amerikan-İran iştigalini yıllardır görüyoruz. Fakat gelinen son nokta her şeyin ötesinde.

YAPTIRIMLARI KIRMA GÜDÜSÜ

Bunu mümkün kılan en mühim faktör elbette İran’da Mahmud Ahmedinecad’lı iki dönemin kapanmış olması. Gelişmeler bize ılımlı muhafazakâr bir isim olan Ruhani’nin haziranda diğer rakiplerinin arasından sıyrılarak cumhurbaşkanı seçilmesinin tesadüf olmadığını bir kez daha gösteriyor. Yıllardır süren yaptırımlar ve Batı ile yarım yamalak kurulan ilişkileri kırma yolunda bir İran’la karşı karşıyayız. Üstelik bu ‘boyun eğmiş görüntüsünden kaçınarak’ giriştikleri bir arayış. İran devletinin konjonktürel bir manevrası. Ve Ruhani, gelinen şu noktada Batı için ‘potansiyel olarak iş yapılabilecek’ bir isim.

Ruhani’nin son mesajları da bunun en somut göstergesi. İran lideri seçilir seçilmez barışçı diyalog çağrısıyla işe başlamıştı. Ve BM Genel Kurulu öncesinde nükleer müzakereler, İsrail ve Suriye’ye dair çağrılarıyla ‘beklenenden çok daha ileri adımlar attı’ desek yeridir.

‘MÜZAKEREYE YETKİLİYİM’ MESAJI

Ruhani’nin ABD medyasıyla ilk özel söyleşisin NBC’de yayınlandı. İran lideri açık bir dille ‘İran’ın asla nükleer silahlara sahip olmayacağını’ söyledi. Barışçı nükleer enerji programı ile enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye çalıştıklarını savundu. Olası bir anlaşma için asıl iplerin kendisinde değil dinî lider Ayetullah Ali Hamaney’de olduğu şüphelerini “Nükleer anlaşmayı müzakere etmeye yetkili” olduğunu belirterek gidermeye çalıştı.

İSRAİL’E KARŞI ‘DİKKATLİ USLUP’

Ruhani, İsrail sorulduğunda klasik “işgalci güç” ve “bölgede istikrarsızlaştırıcı unsur” tanımlarını yineledi. Fakat selefi Ahmedinecad’ın aksine ‘İsrail’deki rejimi yıkmak’ meselelerine filan hiç girmemesi dikkat çekici. ‘Soykırımın miti’ne dair klasik İran söylemi sorulunca, “İran için önemli olan bölgedeki ülkelerin ve halkların yakınlaşması, adaletsizlik ve saldırganlığın önlenmesidir” yanıtını verdi. Ruhani’nin Amerikalıları sevince boğan Dışişleri Bakanı ataması Muhammed Cevad Zarif’in geçtiğimiz günlerde ‘twitter diplomasisini’ kullanarak Yahudilerin yeni yılını kutlamış olması akıllardayken, kendisine New York’ta İran Yahudi toplumunun meclisteki temsilcisi olan Siamak Mureh Sedgh isimli milletvekilinin eşlik edecek olması bu açıdan ayrıca manidar.

‘KAZAN-KAZAN’ ANLAYIŞI

Ve nihayet Ruhani’nin cuma günü Washington Post’ta yayımlanan makalesi var... Ruhani, alenen dünya liderlerine kendisinin seçilmesini ‘İran ile yapıcı diyalog için fırsat olarak değerlendirmeleri’ çağrısı yaptı. Suriye vurgusu çok dikkat çekiciydi. Zira Suriye’de İran’ın ‘arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu’ söyledi. “Terörizm, aşırılıkçılık, siber suçlar ve diğer meydan okumaların çözümünde sertlik ve güç kullanımı yerine kazan-kazan anlayışına” yönelinmesini istedi. “Sıfır toplamlı Soğuk Savaş zihniyeti herkese kaybettirir”, “Birilerinin güvensizliği pahasına güvenlik peşinde koşmanın talihsiz sonuçları olduğunu” anlatması, yorum yazısının diğer dikkat çekici unsurlarıydı.

ENGELLER ÇOK

Elbette Ruhani etkisiyle ‘pembe hayaller’ görmenin âlemi yok. ABD’de neocon’lar, İran’da aşırı muhafazakâr kesimler, iki liderin bu şekilde angaje olmasından hazzetmeyecekler. Nitekim İsrail’den çatlak sesler gelmeye başladı. İsrailli bir bakan, İran’ın altı ay içinde nükleer bomba geliştirmenin eşiğine geleceği iddiasını Amerikan medyasına fısıldadı. İsrail Başbakanı Netenyahu, Ruhani’yi ‘kuzu postuna bürünmüş kurt’ diye nitelemekte gecikmedi. Obama yönetimi şimdiden İsraillileri teskine çalışıyor. İran’ın samimi garantiler vermemesi hâlinde nükleer programının kabullenilmeyeceği, yaptırımların filan kaldırılmayacağının altını çiziyorlar. Diplomasi penceresinin sonuna kadar açık kalmayacağını da öyle... Obama 30 Eylül’de Oval Ofis’te Netenyahu’yu kabul ettiğinde de kuvvetle muhtemel benzer beyanatlar işiteceğiz.

AKILLI DÖNÜŞÜM DİNAMİĞİ...

İran’daki teokratik yönetim bu hâliyle devam ettiği sürece barış adına çok büyük umutlar beslemek kolay değil. Zaten ne Amerikalılar ne İsrail ne Körfez’deki Sünni monarşik yapılandan barış hevesi beklemek de öyle. Fakat Obama’ya ve Ruhani’ye baktığımızda yeni bir üslupla karşılaşıyoruz. En azından dünyada çözümleri savaşlarla, rejim değişiklikleriyle aramayanlar için... Ve kimbilir belki de Obama, ülkesinin rejim değişikliği maceralarının tek bir olumlu örneği ortada yokken, başka ülkelerdeki değişim/dönüşüm dinamiklerini desteklemenin daha akıllı yolları olduğunu içten içe görmektedir...

***

Fairphone’un akla düşürdükleri...

Haberi bir süredir teknoloji sitelerinde dolaşıyordu. Geçen haftaki Londra Tasarım Fuarı’nda nihayet görücüye çıkmış. İlk etik akıllı telefondan söz ediyorum. 36 yaşında Hollandalı Bas van Abel’in tasarımını yaptığı, farkını ‘değerlerinde’ koyduğu cihazdan. Aralıkta teslim etmek üzere 15 bin siparişi şimdiden almışlar. Fiyatı da 440 dolar olacak. ‘Cihazın adaletlisi olur mu’ diyebilirsiniz. Tasarımcılarının ve üreticilerinin iddiası böyle... 4 çekirdekli bir işlemci, 4,3 inç ekran, 8 megapiksel kamera ve 16 GB depolama alanı sunarak normal akıllı telefonların performansını sergilerken, ‘çevrecilik’, ‘dürüst ticaret’ ve ‘üretim zincirinde şeffaflık’ barındırmasına vurgu yapıyorlar. Yani, çatışma bölgelerinin kaynaklarının yahut ucuz işgücü kullanımından kaçınılması... Daha az enerji harcaması ve geri dönüşümünün daha kolay olması...

SİSTEMİ İÇERİDEN DEĞİŞTİRMEK

Apple
ve Samsung gibi firmaların ürettiği akıllı telefonları hepimiz kullanıyoruz. ‘Ticaretle’ ‘adalet’ arasındaki dengeyle ise pek işimiz olmuyor. Fairphone, akıllara hemen bu tür teknolojik cihazların üretimi için olmazsa olmaz koltan madeninin çıktığı Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve ağır çalışma koşulları ile ucuz emek sömürüsünün tavan yaptığı Çin gibi diyarları getiriyor. Çin’de ağır çalıma koşullarından intihar eden işçilerin haberlerini okuyoruz ara sıra. Fairphone da üretimini Çin’de yapacakmış. Tasarımcı van Abel, amaçlarının sistemle savaşmak değil içeriden değiştirmek olduğunu söylüyor, “Sistemi en kötü koşulların bulunduğu yerde değiştireceğiz. Eğer Avustralya’da üretim yapsaydık, hakiki koşullardan kaçınmış olacaktık” diyor. Yani hayli iddialı!

KONGO’DAKİ DURUM

Bu vesileyle akıllara düşen diğer mesele, Afrika’nın ve belki de dünyanın 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en ağır çatışmalarından birisinin yaşandığı Kongo Demokratik Cumhuriyeti. Bize ne kadar uzak ve ne kadar yakın! Kullandığımız akıllı telefonlar yahut dizüstü bilgisayarların olmazsa olmazı koltan madeninin bolca bulunduğu diyar burası. 20 yılı aşkın içsavaşta beş milyonu aşkın insanın can verdiği bir savaş yaşanıyor. İnsan hakları örgütlerinin raporlarına geçip duran katliamlar, tecavüzlerle yüklü bir çatışma bu. Etnik sosu eksik olmayan bu çatışmanın temelinde koltan, platinyum ve altın gibi değerli madenlerin kontrolü yatmakta. Ve Kongo son bir ayda dikkat çekici gelişmelere sahne oluyor. Özellikle uluslararası barış gücü deneyimi açısından...

BM MÜDAHALESİ

Orta Afrika’nın nüfusu 75 milyonu bulan bu büyük ve zengin ülkesine nihayet geçen ağustosta BM müdahalesi mümkün oldu. 1994’teki Ruanda soykırımının kaynak savaşları biçiminde taşındığı Kongo’daki içsavaşı sonlandırmak için 16 bin BM Barış Gücü askerine üç bin askerlik müdahale gücü eklendi. BM müdahale gücü Kongo Demokratik Cumhuriyeti ordusunun saflarında M23 gerillalarına karşı savaşa girişti. Hedefleri onları silahsızlandırmak. M23 gerillaları ağırlıklı olarak Ruanda soykırımının kurbanları olan Tutsiler’den oluşuyor. Kongo ordusu ve bağlı milis güçleri ise soykırımın faili Hutular’dan. Mağdur ile zalimin birbirine karıştığı bir başka vaka yani. M23, kötü yönetim, diktatörlük ve yolsuzluğa karşı özgürlük için savaştığı iddiasında. Joseph Kabile liderliğindeki hükümet ise sandıktan çıkmamış, silah zoruyla baskı unsuru hâline gelmiş gruplarla uzlaşmanın mümkün olmadığını savunuyor. Ve BM Güvenlik Konseyi damgalı gücü de arkasına almış görünüyor.

***

Bu Papa bir başka Papa

1.2 milyarlık Katolik âleminin inançlı kitleleri bir yana, yeni Papa, seküler dünya ahalisi için şaşırtıcı bir figür. 76 yaşındaki Francis, nam-ı diğer Jorje Maria Bergoglio Katolik âlemini iyice sallıyor. Papa, temmuzda “eşcinselleri yargılayamayacağını” söyleyip herkesi şaşırtmıştı. Geçen hafta inançsızların da cennete gidebileceğini söyledi. Son olarak İtalyan Civilta Cattolica dergisine konuştu, eşcinsellik, hamilelik ve kürtaj gibi “küçük meselelerle” uğraşıp insanları yitirmemek gerektiğini söyledi. Özetle “inancın kuralların değil kuralların inancın sonucu olduğu” mesajı bu. Yani koyu muhafazakârlığa ve Vatikan’daki dinî bürokrasiye meydan okuma. Şu sözlerini tarihe not etmeli: “Din insanların hizmetinde fikriyatını açıklama hakkına sahip. Fakat Tanrı bizi yaradılıştan özgür bırakır. Bir kişinin hayatına ruhani olarak müdahale imkansızdır.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89