12 Eylül referandum sonuçları üzerinden bir karşılaştırma yaparak Hanefi Avcı hakkındaki tutuklama kararını değerlendirecek olursak, yüzde 42’nin kenetlendiğini, yüzde 58’in parçalandığını söyleyebiliriz.
Elbette böyle bir teşbih, çok yerli yerine oturmayabilir, ama kamuoyundaki tepkileri dikkate alarak böyle kaba bir tarif yapmanın çok da ütopik olmadığı kanaatindeyim.
Böyle bir ayrışmanın odak noktası ise hiç şüphe yok ki, Avcı’nın tartışılan kitabıdır. Hayır cephesindeki CHP ve MHP, Avcı’nın en hızlı destekçisi oldular. Aynı cephenin İşçi Partisi, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi unsurları da geçmişte “işkenceci”, “faşist” ve “Fethullahçı” olarak yaftaladıkları Avcı’ya sahip çıkmakta beis görmediler.
Avcı’nın özetle “cemaatin devleti işgal ettiği” tezi, Aydınlık ve İP grubunun yıllarca işlediği tezdi, muhalefet de bir süredir bu tez üzerinden iktidar partisiyle hesaplaşıyordu. Hatta MHP, referandum yenilgisini cemaate bağladı.
Bu teze katılırsınız veya katılmazsanız, ancak sol muhalefet için siyasi karşılığı olan ve oya tahvil edilebilecek bir argümandır. O nedenle, hayır cephesinde MHP dışındaki tüm muhalefetin “cemaat işgali” üzerinden kavgayı kızıştırma politikası, reel politik açıdan yerinde bir tavırdır.
Ayrıca, Ergenekon ve Balyoz gibi davalar nedeniyle dağılmaya yüz tutan çeteler ve artıklarının intikam duygusuyla savaş meydanına koşmasını anlamak mümkündür. Kimse yadırgamasın, Silivri duruşmaları intikam naralarıyla inliyor.
Doğan grubu kanalları bile farklı görüşlere açılırken, Ulusalcı güruhun platformu haline gelen NTV ekranından bu savaşın sürdürülmesi de medya dünyasını iyi bilenler için sürpriz değildir.
Evet cephesindeki yarılma
Burada sürpriz olan, “evet” cephesindeki yarılmadır. Bu farklılaşmayı dört temel nedene bağlayabiliriz: 1- Koalisyon içi iktidar savaşı. 2- Arkadaşlık duygusallığı. 3- Eksik bilgi. 4- Rüzgardan üşütme.
Bu iktidar döneminde umduklarını bulamayan veya bulaştıkları yanlış işlerin hesabını vermek zorunda kalanlar, hesaplaşma arzusuna kapılabilirler.
Duygusal bir toplumuz. Herkesin bir “iyi çocuğu” var. Bu tür durumlarda heyecanımıza yenik düşebiliriz, “yiğit adam” narası atabiliriz. Mustafa Balbay’da Can Dündar’ın, Sinan Aygün’de Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun, Mustafa Özbek’de Mustafa Kumlu’nun, Gürbüz Çapan’da Ahmet Hakan’ın narası gibi...
Rüzgardan soğuk algınlığına kapılanlar için söylenecek tek söz, bağışıklık sistemlerini güçlendirmeleridir. Tedavisi en kolay olanı, eksik bilgiye dayalı yorumlardır. Gelin, operasyonun kitap yüzünden yapıldığı iddiasına yine Avcı’nın kitabı üzerinden cevap bulalım.
Avcı hakkındaki çalışmalar
Avcı, özetle, Devrimci Karargah Örgütü’ne yardım ve yataklık yapmak, soruşturmanın gizliliğini ihlal etmekten tutuklandı. Mevcut bilgi ve belgeler, böyle bir tutuklamayı hukuken gerektirir mi gerektirmez mi, mahkemenin takdirindedir. Zaten, tartışma konumuz da bu değildir.
İsnat edilen suçlamanın en önemli ayaklarından biri, örgüt üyesi olduğu iddia edilen Necdet Kılıç’la Hanefi Avcı arasındaki telefon görüşmeleri ve aralarındaki özel ilişkidir. Tüm kıyamet de buradan kopuyor.
Dönelim Avcı’nın kitabına...
Avcı, Ergenekon, Balyoz, Hrant Dink Cinayeti, Malatya misyonerler cinayeti, Sabancı suikastı gibi yakın tarihin tüm karanlık olayları ve 5 emniyet müdürü hakkındaki suçlamaları silip temizledikten sonra “Benim Hakkımdaki Çalışmalar” ara başlığı altında (sayfa 480) başına gelenleri anlatıyor, telefonlarının dinlendiğini yazıyor.
“İhbar ve Şikayetlerim” ara başlığı altında (sayfa 486) kendisine yapıldığına inandığı hukuk dışı eylemlerle ilgili çabalarını özetliyor. İçişleri Bakanlığı’na (sayfa 489), Adalet Bakanlığı’na (sayfa 493) verdiği şikayet dilekçelerinin birer nüshasını yayınlıyor.
Eyvallah...
İçişleri’ne verilen dilekçenin tarihi 6 Ocak 2010, Adalet Bakanlığı’na verilen dilekçenin tarihi 12 Ocak 2010’dur. Bu dilekçelerde Avcı, kendisi ve yakın dostlarına ait telefonların 7 Kasım 2009 tarihli mahkeme kararıyla dinlendiğini iddia ediyor. Kitabın 500. sayfasında ise dinlemeye konu olan telefon numaralarını ve Necdet Kılıç’ın açık adını yazıyor.
Avcı, İçişleri’ne verdiği dilekçede (sayfa 489) aynen şu ifadeyi kullanıyor: “Dinlemenin amacı özel ilişkilerimle irtibatlarım hakkımda bilgi alınıp daha sonrasında komplo kurularak benim kamuoyundaki imajımı sarsmaya yöneliktir. Bunu yapanlar basın mensuplarına, yakın gelecekte Hanefi Avcı’nın imajını bozacak şeyler yapacağız demekten tereddüt bile duymamaktadırlar.”
Adalet Bakanlığı suç duyurusunu (sayfa 503) 25 Mart 2010’da işleme koyuyor, Avcı ise tebligatı 31 Mart 2010’da alıyor. Kendi ifadesiyle soruşturmaya olan inancını kaybediyor.
Buna da eyvallah...
Avcı, 16 Ağustos 2010 günü çıktığı NTV ekranında kitabı 10 Nisan 2010 polis günü nedeniyle yayınlamayı düşündüğünü, ancak ertelediğini söyledi.
Bu tarihler neyi anlatıyor?
Velev ki, Avcı’nın tüm iddiaları doğrudur. Soralım. Dinleme ne zaman başlıyor? 7 Kasım 2009... Ne zaman şikayette bulunuyor? 6 Ocak ve 12 Ocak 2010... Tebligat ne zaman eline ulaşıyor? 31 Mart 2010... Kitabın ilk kısmını yayınlamaktan ne zaman vazgeçiyor? 10 Nisan 2010... Kitabın son hali ne zaman piyasaya çıkıyor? Ağustos 2010...
Şimdi bana biri, Avcı operasyonunun kitaptan sonra başladığını ispat etsin, söz, pılıyı pırtıyı toplayıp memlekete döneceğim.
Ama siz yine de cemaatin Avcı’ya operasyon yaptığını düşünüyorsanız, bir hesaplaşma olduğuna inanıyorsanız, nedenini, kitap öncesinde arayacaksınız. Siz de bakın biz de bakalım, getirin belgeleri yayınlamayan namerttir.
Yeter ki gölge boksu yapmayın.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.