• BIST 10891.42
  • Altın 2529.106
  • Dolar 32.8951
  • Euro 35.7068
  • İstanbul 22 °C
  • Diyarbakır 25 °C
  • Ankara 19 °C
  • İzmir 26 °C
  • Berlin 19 °C

‘Aramızdaki şey’

Hilal Kaplan

Bugün biraz kendimden söz etmek istiyorum sevgili okur çünkü fena halde kıskançlıklardayım. Bize çok da uzak olmayan bir coğrafyada peş peşe devrimler oluyor, halklar birbirlerine kenetlenip... firavunlarını deviriyor, kazanan ata oynamaya alışmış uzmanların eli ayağına dolaşıyor, biz de bunu ekranlardan bön bön izliyoruz. Mısır Devrimi aslında bize kendi hikâyemizi de anlatıyor ama duyduk mu acaba?

Önce Mısır’da olup bitenlere bakalım: Haziran 2010’da iki polis 28 yaşındaki Halid Said’i döverek öldürür. Hikâye tanıdıktır. Polisler, Halid’in de bulunduğu internet kafeye girip herkese kimliklerini sorar; Halid ise “Neden” diye sorma ‘cüretini’ gösterir. Cesedi ertesi gün bulunur. Polis, bir poşet uyuşturucu yuttuğu için öldüğünü iddia edip soruşturmayı reddeder. Oysa Halid’in morgda çekilen resmi –bu sayfada yayımlayamadım çünkü bakmaya dayanamadım- gerçeği haykırmaktadır. Bunun üzerine “Hepimiz Halid Said’iz” sayfası facebook’ta kurulur ve sayı kısa bir sürede şaşırtıcı biçimde 500.000’e ulaşır. İşte 25 ocakta Mısır’daki devrimin fitilini yakma pahasına kendi hayatlarını yakan gençlerin çoğu da eylem tarihini ve mekânlarını bu sayfadan öğrenir. Tek bir arkadaşlarının ölümüyle Müslüman, Kıptî, ateist, sosyalist, liberal demeden biraraya gelip içlerinde biriken öfkeyle devrime giden yolu açarlar.

25 Ocak Devrimi için Şehitler Çağı diye bir marş yazılmış. Marşta şöyle deniyor: “Çiçekleri ve güvercinleri vurdular ama/ Aramızdaki şeyi yıkmaları mümkün değil.”

Aramızdaki şey... İki insanın arasında da olur ya bazen, hani adını tam koyamazsın; biraz tekinsiz biraz muğlâk ama çok büyük bir ‘şey’ vardır aranızda, adı belki hiç konulmayacak olan... Sırtını hem boşluğa dayayıp hem de güvende hissettiğin garip ama şahane bir şey... Anlamını ara“mız”daki iyelik ekinden, gücünü kelimelerin gövdesine sığmayışından alan o ‘şey’... Mısırlıların arasındaki şeyi yıkamadılar, çünkü egemenlerine karşı hissettikleri bütün korku duvarları yıkılmıştı. Duvarlar yıkıldıktan sonraysa ıstırapları o kadar ortaktı ki hayallerini ortaklaştırmakta hiç zorlanmadılar.

Peki, biz bu hikâyenin neresindeyiz? Üzgünüm ama daha hiçbir yerindeyiz. Böylesi bir birliktelik hissiyatı henüz bu topraklarda yerleşmiş değil. Üstelik Mısırlılar gibi olağanüstü hâl altında da yaşamıyoruz. “Korku imparatorluğu” laf ebelerine bakmayın, Mübarek rejimine duyulan korku gibi mevcut hükümetten de korkmuyoruz. Öyleyse bu türden bir birliktelik tesis edemeyişimizin sebebi ne ola? Bana sorarsanız bizim aşmamız gereken duvar egemenlere karşı değil birbirimize karşı diktiğimiz korku duvarları; ‘aramızdaki şey’e ulaşmamızın önünde duran kendi ellerimizle ördüğümüz duvarlar...

Hakkını yemeyelim, o duvarları biz inşa etmedik, sadece kendimizinmiş gibi sahiplendik. Kemalizm’in duvar ustalarının aramıza ördüğü korku duvarlarını el birliğiyle yıkmadıktan sonra felaha ermemiz de mümkün değil. O duvarları yıkmadıkça, her birimiz başkası için “iç mihrak/ hain” olmaya gönül eğdiriyoruz demektir. Alevileri dini bölen, Kürtleri ülkeyi bölen, Sünnileri özsel olarak baskıcı, gayrı Müslimleri katlanılması gereken misafir olarak görmeye devam ettiğimiz sürece de çevremize inşa edilen duvarların arasında yaşamaya mahkûmuz. Istırabımızın ortaklığını keşfetmedikçe, hayallerimizde bile ayrı ülkelerde yaşamaya devam edeceğiz.

Nil “solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!” döküldü; Mısır halkının kalbinden bizlerin kalbine de bir yol vardır inşallah.

Ömür boyu bedava tatil!

“Dertsiz başın dertleri” deyimi bana nedense hep Sevan Nişanyan’ı hatırlatır. Sen git yıkık dökük bir yeri onarmayı kafaya koy, devletten izin iste, hatta yalvar, kapılarında bekle, pis pis hakaretleri sineye çek, dünyanın parasını ve zamanını harca, sonra “yetti” deyip işe koyul, her eyi göze al ve adım adım, bina bina uğraşarak küçük, adı gibi “şirince” bir mekân ortaya çıkar. Sonra bürokratik tembellikler yüzünden yıllar boyunca bir onarım izni bile vermeyenler “paşa paşa” yıkım emri çıkartsın. Bizim devletin güzelliğe tahammülü de işte bir yere kadar kardeşim! Sen izin aldın mı bakalım? Ne hakla harabeden bir harikalar diyarı çıkarıyorsun? Üstelik bi de Ermeni’sin! Tiz yıkıla!

Evet, biraz karikatürize oldu ama bizim devletin hali pür melali genelde bundan çok farklı değil zaten. İzmir Valiliği kafaya koymuş, Nişanyan Evleri başta olmak üzere 22 yapıyı yıktıracak. Adam yıkıntıdan dünya kurmuş, turizm gelirleri fırlamış; yok, onlara dert değil. Diyorum ya “dertsiz başın dertleri”ni sahiplenen biri var zaten. Uzatmayayım, Sevan’ın çağrısını ben de buradan duyurmuş olayım:

“Bu vahşete dur demeliyiz. Gelin bize el verin, moral verin. 9 marta kadar Şirince’de misafirimiz olun. Gece kalamasanız da pikniğe gelin. Ben de varım deyin! Eğer bu savaşı kazanırsak, hayat boyu misafirimizsiniz. Nişanyan Evleri’ne dilediğiniz zaman gelir, kalır, yer içersiniz. Hesabı 2011’de ödemiştik dersiniz. Minnet borcumuz tükenmeyecektir.”

  • Yorumlar 2
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89