• BIST 10276.88
  • Altın 2390.367
  • Dolar 32.335
  • Euro 34.7427
  • İstanbul 13 °C
  • Diyarbakır 14 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 20 °C
  • Berlin 19 °C

Acem Kışı

Yasemin Çongar

İran’daki son gelişmeleri, Arap Baharı’nın yarattığı siyasi ve psikolojik atmosferden, özellikle de Libya ve Suriye’de yaşananlardan bağımsız düşünmek bence imkânsız. Batı başkentleri, nükleer silah sahibi olmasını engellemek istedikleri İran’a daha katı yaptırımlar uygulayarak, İslamî rejimi köşeye sıkıştıracaklarını ve belki de Arap ülkelerindekine benzer bir muhalif isyanı ateşleyeceklerini düşünüyor olabilirler. Bu “sıkıştırma” çabasından adeta medet umar görünen Tahran ise, yaptırımlara çoktan razı ve Batı’yla kavganın kızışmasının, ülkede Arap Baharı benzeri bir siyasi isyan havası doğmasını önleyeceğini hesaplıyor.

Hangi hesabın nasıl bozulacağını zamanla göreceğiz ama dün Britanya’nın Tahran Büyükelçiliği’nin 32 yıl öncesinin Amerikan Büyükelçiliği baskınını hatırlatan görüntülerle saldırıya uğramasının arka planını anlamak için, öncelikle “nükleer mesele”nin İran rejimi açısından nasıl bir işleve kavuştuğunu kavramak gerekiyor.

Rejimin kendi içinde, nadiren dışarıya yansısa bile daha ziyade “sessiz ve derinden” devam eden ciddi bir iktidar kavgası var. Ancak “Batı’yla nükleer kavga” öne çıktığında, bu “iç kavga” ikinci planda kalıyor, saflar sıklaşıyor. Zira Tahran’ın hâlihazırdaki siyaseti, “nükleer gücün sadece bir hak değil, rejimin ayakta kalması için aynı zamanda şart olduğu” kabulüyle şekilleniyor. Bu kabul İran’ı, daha sıkı uluslararası yaptırımları göze almaya, hatta Batı’yla köprüleri büsbütün atmaya hazır kılıyor. Fransa Stratejik Araştırma Kuruluşu’ndan Bruno Tertrais’nin Reuters ’a dün söylediği sözler, bu psikolojinin iyi bir tarifi bence: “İran’ın giderek artan ölçüde sıkıntı veren yaptırımlara katlanmaya razı görünmesi, bir kuşatılmışlık zihniyeti içinde, mevziye girmeye ve gerekirse büyük bir güç gösterisine girişmeye hazır olduğu anlamına geliyor.”

Bu psikolojinin oluşmasında, Libya lideri Kaddafi’nin NATO şemsiyesi altındaki Batılı devletlerin de yardımıyla devrilmesi etkili oldu. Zira aynı Kaddafi, sırf böyle bir sonu engellemek için Batı’yla işbirliğine girmiş, nükleer silah projesini durdurması yönündeki talebe de 2003’te boyun eğmişti. Şimdi “Kaddafi vazgeçti de ne oldu” cümlesinin Tahran’da dilden dile dolaştığını duyuyoruz.

Öte yandan, Şam’daki Baas rejiminin, Suriye halkının isyanına açık destek veren Batı ve bölge ülkelerinin katkısıyla “hızlandırılmış” bir sona doğru gittiğini de görüyor Tahran; bu son, İran rejiminin bölgedeki en önemli müttefikini kaybetmesi anlamına gelecek.

İşte İran Meclisi’nin ve Devrim Muhafızları Konseyi’nin Britanya’ya karşı şahlanmasının arka planında, Batı’yla, İslami rejimin baskıcılığı üzerinden değil, İran toplumunun genelinde “temel bir hak, bir güvenlik ihtiyacı, hatta ulusal bir gurur meselesi” olarak algılanan nükleer güç – Batı buna “nükleer silah” diyor, İran ise nükleer enerjiyi sivil amaçla kullanacağı iddiasında – konusu üzerinden kavga etme tercihi de rol oynadı; zira bu kavga, rejime diri ve toplumla yekvücut görünme imkânı veriyor. Yaptırımlara öfkelenen İran halkı, muhalefet potansiyelini rejimden ziyade, dışarıya yöneltiyor. En azından bugüne dek hep böyle oldu ve yeni yaptırım dalgasının bu denklemi değiştirmesi zor.

Bu yeni dalga, malûm, Viyana merkezli Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) 8 kasımda açıkladığı raporun bir sonucu. UAEK, o raporda, İran’ın nükleer silah dizaynı üzerinde çalıştığı izlenimini aktardı. Bunun üzerine, yürürlükteki beş ayrı yaptırım paketinin üzerine bir yenisini eklemek isteyen Batı kolları sıvadı. ABD, Kanada ve Britanya geçtiğimiz hafta İran’ın enerji yatırımlarını ve mali sektörünü hedef alan önlemler açıkladılar. Avrupa Birliği dışişleri bakanları ise yarın Tahran’a yeni yaptırımları görüşecekler.

Tahran, Britanya ile bütün mevcut kısıtlamalara rağmen süren işbirliğinin kesilecek olmasından rahatsız. Londra’nın son kararı ertesinde, Britanya’daki hiçbir banka ya da mali kuruluş İranlı ortaklarla çalışamayacak; İran Merkez Bankası da artık meşru muhatap kabul edilmeyecek. İran Meclisi, pazartesi günü misillemeye giderek, Britanya ile diplomatik ilişkileri alt seviyeye çekme kararı aldı; karar, jet hızıyla onaylandı ve dün de İran televizyonunun canlı yayınladığı, Devrim Muhafızları’nın açıkça teşvik ettiği baskında, “Union Jack” Britanya Büyükelçiliği’nin gönderinden indirilip yerine İran bayrağı çekildi.

Bir ülkenin bir başka ülkedeki diplomatik temsilciliğine bu şekilde saldırılmasına resmen onay verilmesi ya da göz yumulması “o ülkenin toprağını işgal” ile eşdeğer bir eylemdir. 1979 Amerikan Büyükelçiliği baskınını “şanlı” bir eylem olarak anan İran rejimi, kuşkusuz yapılan işin diplomatik anlamının, siyasi çağrışımlarının ve muhtemel sonuçlarının gayet iyi farkında. Rastgele bir olay değil bu. Mollalarla Muhafızların ortak, karmaşık ve çekişmeli iktidarı ile bu iktidarın bir nevi “biblosu” olan Ahmedinejad, bu aşamada Batı’yla sertleşmeyi tercih eder görünüyor. Arap Baharı’nın etkisinden korunmak için Acem Kışı’na umut bağlamış gibiler.

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89