• BIST 9096.05
  • Altın 2323.989
  • Dolar 32.3607
  • Euro 34.9689
  • İstanbul 21 °C
  • Diyarbakır 18 °C
  • Ankara 20 °C
  • İzmir 22 °C
  • Berlin 12 °C

90'lara dönüş sinyalleri mi?

Oral Çalışlar

Kobani protestolarında, 40'ın üzerinde yurttaşımız hayatını yitirdi. Çok sayıda kentte binalar yakıldı, yağmalar yapıldı. Bingöl'de polisler pusuya düşürüldü, bazı kentlerde evler basılıp, "katliam" denebilecek cinayetler işlendi.

Yaşananlar toplumu derinden sarsarken, Kürtler arasındaki çatışmaların korkutucu boyutlara ulaşabileceği endişesi de oluştu. Olayların hemen ardından yazdığım bir değerlendirmede, hükümetin ve HDP yönetiminin bu olaylardaki sorumluluğuna dikkat çekmiştim.

Şu bir gerçek: Kimse, sorumluluğu üstlenmiyor. HDP çevresi, olayların "derin devlet", "JİTEM" benzeri örgütler tarafından kışkırtılıp yolundan saptırıldığını ifade ediyor. Bu tahlillerden yola çıkanlar, "Türkiye'nin 1990'larda yaşadıklarına benzer günlere döndüğümüz" algısı içinde, veya böyle bir algı yaratma eğilimindeler. Yani: Devletin, yeniden eski reflekslerle harekete geçerek, Kürt siyasetini, şiddet, terör ve provokasyon yoluyla imha etmeyi düşünüyor olabileceği tezi; yoğun bir şekilde, öne sürülüyor.

Gerçekten, Türkiye, 1990'lara geri mi dönüyor? Son olaylar sırasında yaşananlar, o günleri mi andırıyor?

O GÜNLER

O günleri kısaca hatırlayıp bir döküm yapalım: 1990'larda, bizzat devlet tarafından örgütlenen faili meçhul cinayetlerde, 17 bin insanın yaşamını yitirdiği söylenir. Diyelim ki, bu rakam abartılı. Binlerce insanın, devletin güvenlik güçleri tarafından sorgusuz sualsiz öldürüldüğü ise; net bir gerçek.

1990'ların devleti, Kürt meselesini bir güvenlik meselesi olarak görüyor, mücadeleyi de "terörle mücadele" olarak tanımlıyordu. Ordunun belirlediği mücadele yöntemi sonucunda; bütün Kürt coğrafyası, ağır ve vahşi bir devlet baskısı altına alındı. Binlerce köy boşaltıldı, milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu. Askerin yakıp yıktığı şehirlere, en etkili siyasetçiler bile giremiyordu. Ne olup bittiği, aylarca gizli kaldı.

Yargısız infaz, o dönemin "temel müdahale" biçimiydi. Devlet, Kürtlerin her türlü hak ve örgütlenme talebini şiddetle bastırmayı bir "temel siyaset" olarak benimsemişti. Milli Güvenlik Kurulu'nda, öldürülecek Kürt işadamlarının listesinin oluşturulduğuna ve bu listenin ardından cinayetler işlendiğine tanık olduk.

BUGÜNÜN TERCİHLERİ

Bugüne gelirsek: "PKK ile mücadele"nin, "PKK ile görüşme"ye dönüştüğü bir zemindeyiz. İki yıldır (son bir aya kadar), askerle PKK arasında kayda değer bir çatışma yaşanmıyordu.

PKK, silahlı güçlerini Türkiye'den çekmeyi kararlaştırdığını açıkladı. Buna karşılık, Türkiye de; Kürtlerin temel hak hukuk talepleri konusunda adımlar atacağını, inkar ve imha siyasetini terk edeceğini ifade etti. Kanunlar çıkarıldı, Kürt kimliğini tanımaya yönelik bir siyasi iklim yaratıldı. Öcalan, meşru muhataplardan birisi olarak kabul gördü. İki yıldır, yol haritasının belirlenmesine ilişkin görüşmeler; yoğun bir şekilde sürdürülüyor.

Sonuç olarak; devlete egemen olan anlayış, adım adım dönüşüm geçirmeyi sürdürüyor. 1990'ların Türkiye'si üzerinden açıklanması mümkün görünmeyen bir virajdan geçiyoruz.

HER ŞEY YOLUNDA MI?

"Kürt sorunu çözüldü, her şey yoluna girdi" gibi bir hayal içinde değilim. Numan Kurtulmuş'un, meselenin 2015 seçimlerinden önce bitirilmesine dair söylediklerini de, gerçekçi bulmuyorum. Ayrıca, Türkiye'deki tek demokrasi sorununun, Kürt sorunu olmadığının da; farkındayım.

Geçen 20 yıllık sürede, çok ciddi bir değişim yaşandı. Gelinen aşamayı yetersiz görmek, daha yüksek standartlara özlem duymak; elbette mümkün. 2010'ların Türkiye'sinin, bunlardan daha iyisini, daha ilerisini hak ettiğini düşünmek, mümkün.

Belki, PKK'nın silahlı güçlerini Türkiye toprakları sınırları dışına çıkarmak açısından; dağdaki gençlerin dağdan indirilmesi ve siyasete dönebilmeleriyle ilgili bazı adımlar atılabilir. Bu yolda bazı gelişmeler olabilir...

Yaşanan tüm değişime rağmen; devlete egemen refleks, hala "güvenlik eksenli". Son Kobani protestoları sırasında ortaya çıkan güvenlik zafiyetinin önüne, daha sıkı polisiye önlemlerle geçilebileceğini düşünen "yeni" psikolojiyi, hepimiz gözlemleyebiliyoruz.

Sanki, olaylar polisin yetkisinin azlığından kaynaklanmış gibi bir ruh hali, bu yeni taslağa egemen oldu. Bu değişiklikleri savunanlar; İngiltere, Almanya ve ABD gibi Batılı ülkeleri örnek gösteriyorlar. Bu tür polisiye önlemler, şiddetin önüne geçmek yerine şiddeti daha da mı azdırıyor; bunlar o ülkelerde de tartışılıyor.

Bu tartışmaya devam edebiliriz. Bizim güvenlik güçlerinin, geleneksel devlet refleksinden gelen alışkanlıklarını da tartışabiliriz.

TÜRKİYE DEĞİŞTİ, KÜRTLER DEĞİŞTİ

Sonuç olarak: 1990'lardan bu yana, köprülerin altında çok sular aktı. Kürtler eski Kürtler değil, devlet eski devlet değil. Kürt siyasi hareketi; 100'den fazla yerleşim merkezinde, yerel iktidarları elinde tutuyor. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde, oyların yarısından fazlasını alıyor. Kürtler, siyasi mücadeleyi öğrenmiş durumda. Çözüm sürecinin yarattığı barış ortamının, değerini biliyorlar.

Devlet ise, askeri vesayetten büyük ölçüde kurtuldu. "Kürt sorununu müzakere ve diyalog yoluyla ve barışçı mücadele yöntemleriyle çözme" anlayışına, şimdiye dek hiç olmadığımız kadar yakınız. Hükümet, "çözüm süreci" konusunda kararlı bir tutum alıyor.

Türkiye, 90'ları çoktan geçti. Şimdi, hedef, 21. yüzyıla uygun bir demokrasi mücadelesi olmalı...

Geriye değil ileriye bakmalıyız.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89