Ayrımcılık iddiasının haksızlığından yakınılıyor; insan haklarının kısılması istenmiyor; iyileştirmelere karşı çıkılmıyor.
Salı günü öğleüzeri, Kızılcahamam’da bir otelin oturma salonunda, emekli öğretim üyelerinden bir kadın doktor; bastonuna dayanarak koltuğa otururken “Ankara Güven Park’ın arkasındaki sokakta bomba patlamış” dedi ve ekledi: “Hepimiz orada olabilirdik!” Kısa bir nefes arası verdi ve devam etti: “Konuşarak bitirmeliyiz.”
Doktor Hanım, sınıf arkadaşımız merhum inşaat mühendisi kocasının arkadaşlarıyla birlikte olmak için oteldeydi. Hafta başında, inşaat fakültesini birlikte okuduklarımızla buluşmuştuk. Bir-iki gün eşlerimizle fakültede geçirdiğimiz yıllarda olduğu gibi birlik olmak hepimize iyi geliyor. Kaybettiklerimizin acılarını eşleriyle paylaşıyor, katılamayanları anıyor, bazılarının sağlık durumlarını öğreniyoruz; özrünü gıyabında kabul etmediklerimiz de oluyor.
İTÜ İnşaat Fakültesi’ne 1953’te giren ve çoğu 1958’de mezun olan, 135 kişinin hayatta kalanlarından bahsediyorum. 53 yıldır mühendislik yaptılar, hâlâ ‘devam’ diyenler de var! Karayolları, Devlet Su İşleri, Demiryolları gibi devlet kurumlarıyla, büyük inşaat şirketlerinde genel müdürlük, yönetim kurulu başkanlığı, tanınan projelerde şantiye şefliği yapmış olan sınıf arkadaşlarımız çoktur. Son elli yılda yapılan çok sayıda barajı ve büyük yapı projelerini gerçekleştirenler aramızdan çıkmıştır.
Yaşları 75’i geçmiş bu insanlara, pazartesi günü, “Kürt meselesi nedir? Nasıl çözülür?” konusunu konuşmayı önerdim. Birçoğu eşiyle birlikte dört saat süren görüşmeye katıldı; yaşadıklarını, gördüklerini ve değerlendirmelerini naklettiler.
İlk konuşanlar, meslek hayatlarının ilk yıllarında şantiyelerden örnekler verdiler. Kürt-Türk ayrımı olmadan birlikte çalışma huzurunu anlattılar.
Ayrı bir devlet kurmak isteyenler olduğu, ‘özgürlük’ diye, bağımsızlık istendiği heyecanla söylendi. Bir arkadaşımız, 1972 sonrasında duvarlardaki ‘Kürdara azadi’ yazılarını hatırlattı, 1980’in getirdiklerini anlattı.
Kürtlerin Türkiye’den ayrılmak istemediklerini söyleyene karşı, Büyük Ortadoğu Projesi’yle, ABD’nin planlarını yorumladı: Kürtlere ayrı bir devlet kurdurarak bölünmemiz isteniyordu. Karşı çıkanlara göre, plabisit yapılsa, Kürtler karşıoy vereceklerdi. Birçok arkadaşım Kürtlerin dışardan kışkırtıldıklarının, para ve malzeme verildiğinin örneklerini saydı.
Kürtlerin isyan etmelerinin bir nedeni bulunamayacağı, ayrımcılık iddiasını dile getirenlerin kendilerine haksızlık yaptıklarını söyleyen dostlarım oldu. Yaşamı boyunca, çevresindekilerden kimin Türk, kimin Kürt olduğunu bilmeden çalışmış arkadaşımı, ayrımcılık ve eşit hak konuları adeta çılgına çeviriyordu: Böyle bir ayrım yoktu, memur tayininde, seçimlerde, hizmet dağıtımında Kürt ayrımı yapılmamıştı!
İşinde gücünde, siyasetin dışında olanlar, yönetime katılma bakımından bir yanlışlık görmüyorlardı. Kürtler ne olmamışlardı; cumhurbaşkanı mı, bakan mı? Sayısız Kürt genel müdür vardı; AK Parti Başkanı “Bizim 80 Kürt milletvekilimiz var” demişti. Görüşmede daha çok dinleyiciyken bu konuda, görüşümü kısaca anlatmaya çalıştım: Seçim barajı ve anayasal yönetim vesayetinin demokratik yönetimi engellediğini, mahalle ve köyden başlaması gereken siyasetin bugünkü durumda demokrasi içinde gelişemediğini söylemeye çalıştım.
Şikâyetler coşkuyla seslendirildi; ancak kimse insan hak ve özgürlüklerinin kısılmasını, demokrasinin gelişmesinin durdurulmasını istemedi; iyileştirmelere karşı çıkılmadı.
75 yaş üstündeki mühendisler Kürt meselesinin görünümünden yakınıyorlardı ama çözümünde atılacak adımlara karşı değillerdi. Merhum arkadaşımızın eşi doktorun söylediği gibi, ‘konuşarak bitirmeliydik’. Bir dostum söylemeden edemedi: “Masaya güçlü oturmalıyız.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.