• BIST 8761.79
  • Altın 2240.049
  • Dolar 32.3318
  • Euro 35.1683
  • İstanbul 9 °C
  • Diyarbakır 10 °C
  • Ankara 3 °C
  • İzmir 8 °C
  • Berlin -2 °C

Suriye’de barış, bu hamur daha çok su kaldırır

Bayram Bozyel

Halep’in rejim güçleri, Rusya ve İran destekçileri tarafından ele geçirilmesi, altı yıldır ülkenin altını üstüne getiren Suriye iç savaşını farklı bir aşamaya taşıdı. Halep’in düşmesiyle yenilip kenti terk eden sadece ılımlı muhalifler olmadı, bununla birlikte Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar eksenli Sünni blokun yenilgisi de tescil edilmiş oldu.

Gelinen aşamada Suriye iç savaşının rejim güçleri ve onu destekleyen Rusya ve İran’ın zaferiyle sonuçlandığını söylemek mümkün. Daha doğrusu savaşın seyrini esas olarak değiştiren Rusya ve İran oldu. Ne var ki bir ülkeyi yok etmenin eşiğine getiren bir savaşta kimin galip geldiğinin fazla bir anlamı olmasa gerekir. Bu tür durumlarda olsa olsa bir Pirus zaferinden söz edilebilir.

2011 yılından beri yaşanan Suriye iç savaşında şimdiye kadar 600 binden fazla insan yaşamını yitirdi. 7-8 milyon dolayında insan yerinden yurdundan koparak göçmen konumuna düştü. Geçen dönem içinde yaşanan insani trajedilerin, yaralanıp sakat kalanların, yollarda, göçmen koşullarında hayatını kaybedenlerin haddi hesabı yok. Bütün şehirleri kevgire dönüşmüş, ekonomisi tamamen çökmüş, hayalet görünümünde bir ülke söz konusu.

Öte yandan Esad rejimi elde ettiklerini zafer kabul ederek şimdilik bunun keyfini çıkartabilir. Ne var ki Suriye ile birlikte kaybeden en başta Esat rejimidir. Her diktatör gibi ülkesini ve halkını kendi iktidar hırsına kurban etmiştir. Eli halkının kanına girmiş, kendi halkına kimyasal silahlar kullanabilecek kadar gaddarlaşmış, apaçık insanlık suçu işlemiştir. Böyle bir diktatör, kazandığını zannettiği anda aslında bütün iktidar şansını yitirmiştir. Esat ve suç ortaklarının yaptıklarının hesabını er geç vermeleri kaçınılmazdır.

Kaybetmenin pişkinliği

Suriye savaşının kaybedenlerinin başında hiç kuşkusuz Türkiye gelmektedir. Ortadoğu’ya dizayn verme iddiasıyla yola çıkan, ardından da rejim değişikliği adına Suriye’de olur olmaz herkese destek sunan Türkiye, Halep’in düştüğü gün kaybetti. Suriye’de rejim değiştireyim derken kendi iç barışını yitirdi. Başta rejim değişikliği olarak belirlediği çıtasını sonunda Kürt koridorunun birleşmesini önleme noktasına kadar indirdi.

Geçen yıl Rus savaş uçağının düşürülmesi ve bir süre önce Rusya Büyükelçisi’nin Ankara’da bir Türk polisi tarafından öldürülmesi sonucunda Türkiye’nin Rusya karşısındaki konumu iyice zayıfladı. Rusya, bu zayıflığından faydalanarak Türkiye’ye kendi Suriye politikasını daha kolay empoze etme imkânı yakaladı. Bu çerçevede Rusya, muhaliflerin Halep’ten çıkartılması operasyonuna Türkiye’yi kattı, 20 Aralık 2016 tarihinde Moskova’da toplanan üçlü zirveye (Rusya, İran, Türkiye) ona da yer verdi.

Buna karşın Türkiye, Suriye’de yaşadığı bu ağır yenilginin sonuçlarını iç kamuoyuna diplomatik başarı gibi satmaya çalıştı. Oysa yaptığı şey, düne kadar desteklediği unsurların Halep’ten tahliyesine katılarak rejimin Halep’i daha kolay ele geçirmesine katkı sunmak oldu. Moskova zirvesinde ise Suriye’de rejim değişikliğini dışlayan belgenin altına imza atarak Esad rejiminin meşruiyetini tanımış oldu.

Moskova zirvesinin sonuçları

Rusya, Türkiye ve İran’ın katılımıyla 20 Aralık’ta gerçekleşen zirvenin en önemli sonucu, Rusya önderliğindeki Şii cephenin Suriye’deki zaferini Türkiye’ye onaylatmak oldu.

Zirvenin diğer bir sonucu ise Suriye’nin çok etnisiteli, çok mezhepli ve seküler bir ülke olarak tanımlanması. Belgedeki bu tespit, Suriye’deki farklı etnik ve mezhebi yapıların varlığının kabul edilmesi bakımından önemli. Çünkü bu belirleme yeni kurulacak Suriye’de farklı etnik ve dini grupların dikkate alınması gerektiğine işaret ediyor

Zirvede açıklanan belgede dikkat çeken bir diğer nokta da IŞİD ve El Nusra terör örgütü olarak kabul edilirken, PYD’nin bu listede anılmaması. Bu durum, bu ara çok yakın görünmelerine rağmen aslında Rusya ve Türkiye’nin tam bir görüş birliği içinde olmadığının göstergesi.

Zirvenin bir başka önemli sonucu, üç ülkenin (Rusya, Türkiye ve İran’ın) Suriye’de işleyecek çözüm sürecinin garantörü olarak kabul edilmesi. Moskova zirvesi, bundan sonraki rejim ve muhalifler arasındaki görüşmelerin Kazakistan’ın başkenti Astana’da yürütülmesini öngörüyor. Başka bir ifade ile Rusya, Moskova zirvesiyle ABD’yi Suriye çözüm sürecinden olabildiği kadar dışlama çabası içinde.

Rusya’nın bu hamlesine ise ABD’den yanıt gecikmedi. Moskova zirvesinden hemen sonra ABD Dışişleri Bakanı Sözcüsü John Kirb, Suriye ordusunun Halep’i almasının Suriye iç savaşının bittiği anlamına gelmediğini söyledi.

Barış önündeki belirsizlikler

Rusya öncülüğünde başlatılan inisiyatif sonucu 30.12.2016 tarihinde rejim ile muhalifler arasında ateşkes ilan edildiği bildirildi. IŞİD ve El Nusra’nın ise bu ateşkes kapsamının dışında tutulduğunun altı çizildi.

Buna karşın Suriye’de kalıç bir barış süreci daha çok su kaldıracak gibi gözüküyor.

Gelinen aşamada netleşen tek şey Türkiye, Arabistan, Katar’ın arkasında durduğu ılımlı muhalefetin rejimi değiştirme iddiasının suya düşmesi, buna karşın Esat rejimi ve arkasındaki güçlerin savaşın seyrinde inisiyatifi ele geçirmeleri.

Ancak sahada tablonun sadece bundan ibaret olmadığının altı çizilmeli. Suriye’nin önünde hala öngörülmesi zor birçok belirsizlik söz konusu.

Belirsizliklerin ilki şu; yürürlüğe giren ateşkesin etkisi ve kapsamı ne olacak? El Nusra bu kapsamın dışında tutulduğuna göre, rejim, El Nusra’nın denetimindeki İdlib’i de ele geçirmeyi düşünecek mi? İdlib’in rejim tarafından temizliği halinde, buradaki muhalifler nereye gidecek ve buna bağlı olarak ateşkes denen şey nerede ve kimler arasında uygulanacak?

Öte yandan bugün Suriye topraklarının üçte birinin IŞİD’in denetiminde olduğu gerçeği var. IŞİD’e karşı mücadelede ise tayin edici güç ABD ve müttefikleri görülüyor. IŞİD tümüyle temizlenmeden Suriye’de kalıcı bir barış ve düzenin inşasından söz edilemez. Bu ise ABD’nin son tahlilde Suriye’nin yeniden dizaynında vazgeçilmez bir aktör olduğunu gösteriyor.

Başka bir ifade ile ABD hem Suriye Kürt bölgesi hem de IŞİD’in denetimindeki geniş bir coğrafyanın özgürleştirilmesi bakımından dışlanmayacak bir aktör. Kürtleri yok sayan, geniş Sünni kitleleri görmezlikten gelen hiçbir girişimin başarı şansının olmadığını söylemeye gerek yok. Moskova zirvesinde de belirtildiği gibi Suriye çok etnisiteli ve çok mezhepli bir toplum. Kürtler, Sünniler ve Nusayriler Suriye’yi oluşturan başat unsurlar. Yeni Suriye, bu üç temel toplumun varlığı ve temel hakları güvence altına alınmadan kurulamaz. Bu ise Suriye’nin federal bir tarzda inşa edilmesini gerektirir. Federal bir sistemin alternatifi ise bölünmüş bir Suriye’dir.

Bir süre önce basına düşen bir açıklamasında ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın müstakbel Ulusal Güvenlik Danışmanı General Mike Flynn’ın söyledikleri şu sözler bu açıdan önemli. “Bana göre yeni bir Ortadoğu şekillenecek ve Irak ile Suriye bütünlüğünü korumayıp dağılacak. Ortadoğu’da üç ya da dört yeni devletin doğacağı kanaatindeyim ve gelecekte bir bağımsız Kürdistan’ı görebileceğimizi söyleyebiliriz.”


Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir 

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89