• BIST 9693.46
  • Altın 2508.406
  • Dolar 32.5788
  • Euro 34.7848
  • İstanbul 14 °C
  • Diyarbakır 20 °C
  • Ankara 21 °C
  • İzmir 20 °C
  • Berlin 8 °C

Nefret söylemi (ve toplum olmak)

Serdar Kaya

İfade özgürlüğü ile nefret söylemi arasındaki çizgiyi farklı devletler farklı yerlerden çiziyor. Ama bu konudaki temel ölçü gayet basit: Bir ifade, herhangi bir fikri eleştirmenin ötesine geçiyor, sözkonusu fikri dile getiren kişileri hedef tahtasına oturtuyor ve haklarında önyargı, öfke ve nefret uyandırmak suretiyle onları şiddet tehdidi altına sokuyorsa, ortada bir nefret söylemi var demektir.

Nefret söylemi tek bir kişiye dahi yöneltilebilecek olsa da, bu konudaki birincil kaygı, insanların kimliklerinden hareketle kolektif olarak hedef gösterilmeleridir. Amaç, (azınlıklar ya da kadınlar gibi) nispeten daha savunmasız durumdaki grupları, incitici ve aşağılayıcı ifadelerin doğurabileceği ayrımcılık ve şiddetten korumaktır. Zira, her incitici ve aşağılayıcı söylem, hedef aldığı kimliği taşıyan insanlar hakkındaki önyargıları derinleştirir, onlara yapılan ayrımcılıkları olağanlaştırır ve onlara yönelik nefreti sıradanlaştırır.

Ötekileştirme

1994 yılında gerçekleşen Ruanda Soykırımı’nda takriben 800.000 kişi hayatını kaybetti. Olayların gelişimindeki en önemli detaylardan biri, soykırım öncesinde (ve esnasında) yayın yapan RTLM radyosunun, Tutsilerin hamamböcekleri oldukları ve hepsinin yok edilmesi gerektiği yönündeki nefret mesajlarını sürekli tekrarlamış olmasıydı. Tutsileri ötekileştirmenin de ötesine geçerek onları doğrudan dehümanize eden bu söylem, (benzeri diğer çabalarla birlikte) yüzbinlerce insanın palalarla doğranmasını daha kolay ve kabul edilebilir kıldı.

Ruanda, ötekileştirmenin epey uç bir örneği. Ancak burada önemli olan, ötekileştirmenin ve dehümanizasyonun, bir günde değil bir sürecin ardından sonuç veren (ve dolayısıyla da başlangıcından itibaren müsamaha gösterilmemesi gereken) nitelikte eylemleri ima etmesi. Günümüz demokrasilerinin önyargı, öfke ve nefret aşılayan çok daha küçük çaptaki örneklere dahi artık giderek daha fazla şüpheyle yaklaşmaları, böyle bir kaygıdan ileri geliyor.

Bazı örnekler

Kadınların ya da özürlülerin sosyal statülerinin ikincil olduğu varsayımını içeren ifadeler, eşcinselleri ya da transseksüelleri dışlayıcı sözler ve farklı etnik kimliklere dair sterotipleri pekiştiren fıkralar, nefret söylemidir. Belli bir inancı benimseyen insanları küçük düşüren, dinî pratiklerini alaya alan ifadeler, nefret söylemidir. Örneğin, Hinduların inekleri kutsal addetmeleriyle, Budistlerin Buda heykellerinin önünde secde etmeleriyle ya da Sufi ve Şii Müslümanların türbe ziyaretlerinde ölülerden dilekte bulunmalarıyla alay etmek, nefret söylemidir.

Ancak bu durum, inançların eleştirilemeyeceği anlamına gelmez. Buradaki ayrım, inançlar ile inanç sahipleri arasındadır. Şöyle ki, (sözgelimi) “A kişisi peygamber değildir” demek, nefret söylemi değildir. Bu argümanı detaylandırarak, “A kişisinin peygamberlik iddiasında bulunmuş olmasının nedeni, bundan kişisel menfaat sağlamak istemiş olmasıdır” demek de nefret söylemi değildir. Ancak “A kişisinin peygamber olduğuna inananlar ahmak kimselerdir” demek, nefret söylemidir.

Üzerinde giderek daha fazla hassasiyetle durulan bir nefret söylemi örneği de, soykırım inkârıdır. Gerçekleştiği genel kabul gören bir soykırımı inkâr etmek, gerçekte olduğundan daha küçük ve önemsiz göstermek ya da mağdurları yalancılıkla suçlamak, nefret söyleminin bu türünün en sık rastlanan örnekleri arasındadır. Bir soykırımın gerçekleştiğini kabul etmekle birlikte işlenen suçları onaylamak ve desteklemek de, nefret söylemidir. Bu konularda giderek daha fazla ülkenin yasal düzenlemede bulunması, mağdurları süregelen önyargılardan koruma amacı taşır.

Sonsöz

Bütün bunlar, aslında sadece toplum olmakla (ya da, toplum olmanın ne anlama geldiğini bilmekle ve toplum olmayı istemekle) ilgili. Zira herkesin kendisi gibi olmayanlarla alay ettiği bir toplum, aslında toplum değildir. Kadınlardan özürlülere, azınlıklardan eşcinsellere, farklı inanç sahiplerinden inançsızlara dek herkesin başkalarının öfke ve nefretine hedef olduğu, ayrımcılığa uğradığı ve hayatını hakkındaki önyargılarla mücadele ederek yaşamak zorunda kaldığı bir toplum, aslında toplum değildir. Böyle bir toplumda yaşayanların ezici çoğunluğunun toplum olma bilinç ve isteğine sahip olduklarını iddia edebilmek de zordur.

Liberalizm sorusu:

Liberalizm, her bireyin özgürlüğünü, bir başkasının özgürlüğünün ihlal edilmeye başladığı nokta ile sınırlıyor. Acaba nefret söylemi de bu türden bir sınırlama mı? Yoksa liberalizmin kimi yeni tecrübeler sonrasında yaşadığı tıkanmışlığın ve çaresizliğin bir göstergesi mi? (İpucu için bkz. Etyen Mahçupyan’ın 11 Ekim 2012 tarihli yazısı.)

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89