• BIST 9039.77
  • Altın 2298.627
  • Dolar 32.3159
  • Euro 35.1084
  • İstanbul 19 °C
  • Diyarbakır 17 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 26 °C
  • Berlin 15 °C

M. Ali Bulut’un hisleri mi, histerileri mi?

Abdullah Can

Bir arkadaşımın uyarmasıyla, Mehmet Ali Bulut’un 29 Aralık 2014 tarihli yazısını okudum. Yazı “haber7” portalında, “Nurculuğun Çetin Süreci” başlığını taşıyor. Yazının ilk 6 paragrafı saf, sade ve tarafsız duygularla yüklü. Son kısmı ise “Risale-i Nur’a Dair İnce Bir His” ara başlığıyla Nurculuğun siyasete bulaşması(AKP ekseninde) ve “Paralelci” olarak tesmiye edilen kesime dair toptancı yaklaşımın yanlışlığına dair özel hissiyatlarını ve endişelerini dillendirmiş; yani, yazının başlığıyla örtüşen açıklamalar. Bu hususta bizim de diyeceklerimiz vardır elbette, ancak asıl diyeceklerim, muhterem yazarın yazısının orta kısmıyla ilgili... 

Sayın yazar, Abdülkadir Badıllı Ağabey’in vefatı dolayısıyla ona dair şahsî his ve değerlendirmelerini yazarken, her nedense klasik ve kronik histerileri devreye sokarak, yine Kürtlük ve Kürtçülük konusunu deşmiş. Allah aşkına, bu histerilerden ne zaman kurtulacaksınız? Badıllı Ağabey’i anarken, onun için “kendisini Kürt diye tanımlamaktan geri kalmamış”, “(Üstad’ın)kendisini Kürt diye bilen talebesi” gibi vurgulara başvurmanın anlamı nedir? Bu tahrik edici ve zımni tahkiri ifade eden beyanlardan ne zaman vazgeçilecek? 

Çok ilginçtir; tıpkı bazı Beni İsrail ulemasının Müslüman olduktan sonra eski malumatlarını da İslâm’a sokmaları ve zamanla o malumatların “İsrailiyat” şeklinde nüksedip İslam’ı zehirlemesi gibi, birileri de sözüm ona Nurculaşırken, eskiye dair histerilerini de Nurculuğa bulaştırmaları ve her vesileyle o eski mazilerini derhatır ettirip zihin dünyalarındaki nazariyelerini meşru ve masum kılıflar içinde piyasamıza servis etmeleritehlikeyle karşı karşıyayız.

Evet, hem “Bu çağda İslâm ittihadının önünde duran en büyük engel milliyetçilik, kavmiyetçilik ve o anlayışların beraberinde getirdiği faşizmdir” diyeceksiniz, hem de kalkıp bu hisleri depreştirecek beyanlarda bulunacaksınız. Bir taraftan “Ben en iyi onu (Üstad’ı) ve talebelerini bildiğimden onları değerlendirebiliyorum” diyeceksiniz, diğer taraftan ise, “Unsuriyetin şe’ni başkalarını yutmakla beslenmektir” tespitinden gaflet edeceksiniz. Bu gün yutan kim, yutulan kim; payidar kim, payanda kim, halen anlamış değilseniz; bir halkın en meşru, en fıtrî, en makul, en insanî ve en vicdanî bir talebini, yani kendi anadilleriyle tedrisat görmek istemelerini bile “milliyetçilik” ve “ırkçılık” olarak değerlendiriyorsanız, imanınızı ve vicdanınızı masaya yatırmalısınız, beyler! 

Bu neye benzer bilir misiniz; hani anlatırlar, koyunun biri hendekten atlarken kuyruğu kalkmış, avret mahalli ortaya çıkmış. Bunu gören keçi kıs kıs gülüvermiş. Koyun, “Hayırdır, niye gülüyorsun?” dediğinde, keçi, “Senin avretini gördüm de, onun için!” demiş. Buna içerlenen koyun, “Behey ahmak, senin gün yirmi dört saat ortadadır; bu durumda sana bakıp hep gülmem mi gerekir?” demiş. İşte aynen bunun gibi, asıl milliyetçi ve ırkçıların kimler olduğu ortada iken, birilerin Kürtleri günah keçisi gibi takdim etmeleri, zihin dünyalarındaki asabiyet-i cahiliyenin söz ve yazıya aksetmesinden başka bir şey değildir. 

Madem “Deccal’in en büyük icat, menfi milliyetçiliktir” diyorsunuz, o halde kalk ve haykır; “Benim için ne varsa Kürd kardeşim için de o olmalıdır!” de ki, inandırıcı olasın. Madem hukukta bir tarağın dişleri gibi eşitiz, madem kendi nefsimiz için istediğimizi mümin kardeşimiz için de istemek imanî şiardır, o halde gerekeni yap, sonra konuş! Sloganik ve hamasî Müslümanlığa karnımız toktur. Şunu bilmelisiniz; Kürtlerin bir tek talebi vardır; o da kendi fıtratlarına muvafık insanca bir yaşamdır. Gerisi laf ebeliği ve demagojidir; sapma ve saptırmadır. 

Sayın Bulut, Abdülakdir Ağabey için “Risale-i Nur’u, Kürt milliyetçiliğine malzeme yapmak isteyenlerin önünde bir sıradağ gibi durmuştur” diyor. Neden, çünkü “Tenvir” ve “Zehra” neşriyat gibi bazı yayınevleri, Risale-i Nurlara “Kürd” ve “Kürdistan” ifadelerini ilave ederken, onlara karşı yine bir Kürd olarak Badıllı mukavemet ediyormuş. Güya o, bu tabirlerin değiştirildiğini iddia eden sözkonusu neşriyatlara karşı, “Hayır o tashihleri Üstad kendisi yaptı ve ben de bunun şahidiyim!” diyerek, büyük bir fitnenin önünü kesmişmiş; yani paratonerlik yapmışmış. 

Bir sefer, Bulut’un bu iddiaları tamamen yanlıştır ve saptırma hedeflidir. Zira adı geçen neşriyatlar gibi, ben de iddia ediyorum ki Risale-i Nur’da tahrifat yapılmıştır; hem de yüksek oranda. Önceki yazılarıma bakarlarsa, onlarca örneğini –hem de belgeleriyle– görebilir. Bir o kadarından fazlasını da yedeğimde tutuyorum. Ancak Bulut Bey, kafadan konuşuyor; tahkiksizdir, artniyetli ve peşin hükümlüdür. Kendi iddiaları da, su üstünde yazı yazmak gibidir, onları da bir kaç madde içinde hülasa edersem, herhalde bundan sonra daha dikkatli konuşur diye düşünüyorum. 

1- Abdülkadir Badıllı Ağabey, –M. Ali Bulut’un da ifade ettiği gibi– “Asar-ı Bediiye” eserini yayınlayan kişilerden birincisidir. Bu eser, Üstad’ın “Eski Said” olarak tesmiye ettiği Cumhuriyet öncesi eserlerinin –İşaratü’l-İ’caz hariç– tamamını kapsamaktadır. Bu eserde, yüzlerce yerde Kürd ve Kürdistan ifadeleri geçmektedir; “Şark Vilayetleri” diye bir ifadeye rastlayamazsınız. Şimdi soralım: Eğer bu eserdeki ifadeleri bizzat Üstad değiştirmişse, Üstad’a rağmen, bu kelimeleri iade etmek, Üstad’a ihanet olmaz mı? Olur. Ama işin hakikati bu değil, bu ifadeler sonradan çıkartılmış olup, Üstad’ın tasarrufu değildir. Bu değişikliği yapanların bizzat elinden aldığım tahrifat belgelerini ilk yazılarımda yayınlamışım, bakılabilir. 

2- Badıllı Ağabey, Üstad’ı 2-3 defa görmüş, ziyaret etmiş ve iltifatlarına mazhar olmuş bir zattır. Ama Ceylan Çalışkan ve Zübeyir Gündüzalp gibi, Üstad’ın yanıbaşında, onun hizmetinde kalmamıştır. Buna rağmen, “Hayır o tashihleri Üstad kendisi yaptı ve ben de bunun şahidiyim!” demesi sözkonusu olamaz. Onun vurguladığı şehadet, belgeler üzerindeki tasarruflardır; bizzat Üstad’dan görerek ya da dinleyerek değildir. 

3- Bizzat kendisiyle, iki kez onun evinde, bir kez de kendi evimde yüzyüze görüşmüşüm. Başta oğulları olmak üzere, başka şahitlerim de var; açıkça ve net olarak bana şunları söyledi: “Evet kardeşim, Nurcuların içine nüfuz etmiş bir derin damar var; bu derin ve ırkçı damar Risalelere de nüfuz etmiştir, tahrifat yapmıştır. Hususan Kürd ve Kürdistan tabirlerine çok iliştiler. Gücüm yettiğince engel olmaya çalıştım; ama ben ziyadesiyle Osmanlıca nüshalarla iştigal ediyorum, Latincelerdeki tahrifatları pek takip edemiyorum.” 

4- Külliyat’taki tahrifatlara itiraz edenler, sadece Kürd ve Kürdistan kelimelerinin çıkartılmasına itiraz etmiyorlar. Meseleyi bu temelde ve bu boyutta ele alanlar, işin hakikatini saptırıp yozlaştırıyorlar. Demagoji ve şarlatanlık yapıyorlar. Hâlbuki İşaratu’l-İ’caz’dan 50 sayfalık “Münafıklar Bahsi” çıkartılmıştır. (Ki, Tenvir ve Zehra’nın yirmi yıldır yayınladığı bu risaleyi, şimdilerde Diyanet Neşriyat da yayınladı; onları haklı çıkarttı). Lem’alar’dan “Dokuzuncu Lem’a”nın ve “Onsekizinci Lem’a”nın tamamı, Yirmisekizinci Lem’a’nın yarısı, Beşinci Şua’nın başındaki 2 haşiye ve daha başka kısımları, Mektubat’tan “Vahhabiler Bahsi” ve daha nice kısımlar –Zehra ve Tenvir neşriyatlar hariç– bu güne kadar ötekilerce yayınlanmamıştır. 

Hakikat bu merkezde iken, kalkıp da tahrifatı sadece “Kürd” ve “Kürdistan” zeminine çekmek, sadece ve sadece Türkçülük histerilerinin tezahürüyle izah edilebilir; başka bir izahı yoktur. Başta Sayın Bulut olmak üzere, herkesin yeni baştan bir muhasebe yapmasında fayda vardır. Son olarak, Badıllı Ağabey’e ait bir hatıramı da nakletmek istiyorum: 

2012 yazında, Barla dönüşümde, Üstad’ın Isparta’daki evine uğramıştım. İkindi namazını müteakip bitişiğindeki medreseye indim ve bir tartışmaya şahit oldum. Aslen Antepli olan bir ağabey (ismini vermiyorum), Badılı Ağabey’i verip veriştiriyor. Açıkça onu Kürtçülük yapmakla, Kürtçüleri cesaretlendirmekle ittiham ediyordu. İlginçtir, onu dinleyen nurani kardeşlerimiz ve abilerimiz de sessizce ve tepkisizce dinlemekteydiler; başlarını sallayıp gıybete iştirak ediyorlardı. Tahammül edemedim; yabancı da olsam, müdahale etmem gerektiğine karar verdim ve başladım konuşmaya: 

Muhterem ağabey, bu söyledikleriniz gıybettir, onun ötesinde bühtandır. Üstad’ın evinde, Risale-i Nurları okumuş biri olarak, onun hayatta kalmış bir kaç talebesinden biri olan Abdülkadir Badıllı hakkında böyle konuşamazsın!” dedim. Akabinde, gıybetin aşağılık insanların başvurduğu alçakça bir silah olduğunu, tıpkı ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi, gıybettin de salih amelleri öylece kül ettiğini hatırlattım. Ve kendisinden bu söylediklerini teyit eden bir delil istediğimde, bana Badıllı Ağabey’in “Mufassal Tarihçe-i Hayat” adlı eserin birinci cildini söyledi. Ben ise, o eseri bir gün öncesinde Barla’da bitirmiştim; kitap çantamdaydı. Kendisine dönerek, bu söylediklerin bu eserde yoktur ve gösteremezsin dedim. Hâsılı, o anda sustu ve nereli olduğumu sordu; “Diyarbekirliyim” dediğimde, adeta, “Bu kadarda olur!” dercesine dudak büktü, başka bir konuya geçti.

Yani Kürd oluşumuz, yine bu meselede de kanıksayıcı bir pozisyona sebep oldu. Ne diyeyim, marazî olan ruh ve beyinleri düzeltmek o kadar kolay değildir. Tedavi edemezsek de, bir münkeri defettim ya! O bana yeter... 

Neyse, olayı sonradan Badıllı Ağabey’e intikal ettim ve kendisine, “Ağabey, sen her karşında el ovuşturup tabasbus edenlere kanma; bunlar karşında iki büklüm olurlarken, arkanda kuyunu kazıyorlar” diye sitemimi ifade ettiğimde, Badıllı Ağabey, “Haklısın kardeşim, her ne kadar yatıştırıcı ve arabulucu oldumsa da, bunlar beni affetmiyorlar, her fırsatta çatıyorlar; Kürtçülükle ittiham ediyorlar. Onları Allah’a havale ediyorum. Ama çok üzülüyorum; maalesef bu derin ırkçı damarı Nurculardan söküp atamadık.” dedi. 

Evet, hiç unutmam, şu anda bir cemaatin başında olan yaşlı başlı bir ağabey, bir hususi sohbette, “Hele o Kürdlerin kitabını getirin de biraz da bize okuyun!” diye, Asar-ı Bediiye’ye işaret etmişti. Yani, Abdülkadir Ağabey’in bastırmış olduğu Eski Saîd’in eserleri...

Ölmüşlerinizi hayırla anın!” diye tavsiye buyuran Yüce Peygamber’e iktidaen, Abdülkadir Ağabey’imizi rahmet ve minnetle yâd ediyor, mağfiret-i Hüdaya nailiyetini diliyorum.

  • Yorumlar 15
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89