• BIST 8718.11
  • Altın 2242.741
  • Dolar 32.3254
  • Euro 35.1547
  • İstanbul 9 °C
  • Diyarbakır 9 °C
  • Ankara 2 °C
  • İzmir 8 °C
  • Berlin -3 °C

Hükümet, Hrant için neler yapmadı neler...

Yasemin Çongar

Hrant Dink Cinayeti Davası’nda, Avukat Fethiye Çetin’in deyişiyle “en büyük dalgayı en sona saklayan” 14. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti Başkanı Rüstem Eryılmaz’ın açıklamalarını “tarihî bir itiraf” niyetine okumak mümkün. Eryılmaz, önce Vatan Gazetesi’ne, ardından kanal kanal dolaştığı televizyonlara konuştu. Söylediklerinin özeti şu:

“Örgüt suçlamasından herkesi beraat ettirdik ama bu, ortada örgüt olmadığı anlamına gelmez… Bu cinayet, birkaç simitçinin işi gibi basite indirgenemez. Bence de basit bir cinayet değil ama basit olmadığını gösteren delillere ulaşamadık… Bu cinayet Yasin Hayal’in kafasından çıkmış bir fikir değil. Azmettiren birilerinin olması gerekir. Bu nedenle karardan şahsen ben de tatmin olmadım.”

Bu açıklamaları işiten her makul insan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç gibi isyan edecektir elbet. Arınç, “Hâkimler verdikleri kararla konuşurlar. Delil durumu ve vicdanlarına göre karar verirler” derken haklı.

Hâkim Eryılmaz, dünkü açıklamalarıyla bir yandan kendi “vicdanına göre” karar vermediğini itiraf etmiş oldu. Diğer yandan, Eryılmaz’ın, davanın beşinci yılında “örgüt suçundan” beraat üstüne beraat kararı vermesini “delil yetersizliğine” bağlaması da, temsil ettiği mahkemenin delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusundaki aczinin itirafıdır. Dün “Cinayetin arka planı olması muhtemel” diyen Eryılmaz, önceki gün “Cinayetin arka planı yoktur” anlamına gelen bir karar vermiştir ve bunu, ortada hâlâ değerlendirilmeyi bekleyen deliller varken yapmıştır. Duruşma Savcısı Hikmet Usta’nın kararı temyiz ederken söylediği şu cümleleri not edelim: “Örgüt de var, delil de var, hem de fazlasıyla. Örgüt yapısının olmadığı gerekçesiyle beraat kararı vermek suretiyle yasaya aykırı davranıldığı anlaşılmaktadır.” Eryılmaz’ı medya kuşuna dönüştüren şey de, bu “yasaya aykırı” davranışı “hukukî” gösterme telaşı sanırım.

Nafile bir telaş; zira şaka gibi ama değil, sanıklardan biri hakkında karar vermeyi tamamen unutmuş bir Mahkeme Heyeti Başkanı’ndan söz ediyoruz ve onun, bu vaziyeti, dünyanın en tabiî hadisesiymişçesine, “Coşkun İğci konusu gözden kaçmış” diye açıklayıvermesi de, davanın ne kadar gayrıciddi görüldüğünü ortaya koyuyor zaten.

Gelelim, mahkemenin kararından “rahatsız” olduğunu gizlemeyen hükümetin bu sonucun hazırlanmasındaki rolüne... Dün “Hükümet ‘Hrant için, adalet için’ ne yapabilirdi de yapmadı” sorusunu sordum kendime ve cevabı ararken, Dink ailesinin avukatlarının 2011 başında hazırladıkları Dördüncü Yıl Raporu’nu yeniden okudum, son ayların davayı ilgilendiren gelişmelerine tekrar baktım.

Vardığım sonucu, en baştan söyleyeyim; ortada beş yıla yayılmış bir siyasi aymazlık var. Hrant Dink Davası’nın hukuki ve hakiki bir çözüme kavuşturulması için, hükümetin güçlü bir siyasi irade ortaya koyduğunu söylemek imkansız. Bu davada, devletin içindeki cinayet şebekesini deşifre, dolayısıyla da tasfiye etmek için dokunulması gerekenlere dokunulmadıysa, soruşturulması gerekenler soruşturulmadıysa ve deliller aranmadı, arandığında bulunamadı, bulunduğunda üstü örtüldü ya da imha edildiyse, bunun arka plandaki nedeni siyasi irade eksikliğidir. Suikasttan önce Hrant Dink’i hedef gösteren, tehdit eden, öldürülmesiyle üzerlerine şaibe düşen birçok görevli, bırakın adlî makamlar önünde hesap vermeyi, taltif ve terfi edildilerse, bunun birinci derecede sorumlusu da hükümettir.

Cinayet soruşturması, ilk aşamasından itibaren, Hrant Dink’in, öldürülmeden hemen önce yazdığı “Neden Hedef Seçildim” ve “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” başlıklı iki yazısında işaret ettiği faillerin savcılarca görmezden gelinmesiyle başlayan bir “körlük” ve “karartma egzersizi” olarak ilerledi. Hükümet bu egzersizi belki bilfiil yönetmedi ama önüne geçmek için de hiçbir şey yapmadı; devletin beyaz beresindeki ponpon gibi davrandı. Müdahil avukatların Dördüncü Yıl Raporu bu egzersizin iyi bir özetini verirken, hükümetin sorumluluğunu da ortaya koyuyor:

(1) En büyük boşluklardan biri, Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol, Özer Yılmaz ve Levent Temiz gibi hâlihazırda Ergenekon kapsamında haklarında ağır cezayı gerektiren birçok suç isnat edilmiş kişilere bugüne dek Hrant Dink Cinayeti kapsamında soru sorul(a)mamış olması. Yargı, Dink Cinayeti’ni çözme azmiyle hareket etmiş olsa, Hrant Dink’le ilgili olarak Ergenekon iddianamelerine dahil olan delilleri incelemesi ve bu deliller üzerinden soruşturmayı genişletmesi gerekirdi ama yapmadı. Hükümet, bu konuda “yok hükmünde” davrandı; hiçbir şekilde irade ortaya koymadı.

(2) Soruşturma savcılarının cinayet öncesi ve sonrasında görevi ihmal, görevi suiistimal, suç delillerini yok etmek, gizlemek ve değiştirmek, suçluyu kayırmak gibi eylemlerini tespit ettikleri Trabzon İl Jandarma Komutanlığı ve Trabzon Emniyet Müdürlüğü yetkilileri hakkında, Trabzon Başsavcılığı’nca dosyadaki delillere rağmen takipsizlik kararı verildi. Bu kararda, 4483 sayılı kanunun memurlara sağladığı yargı dokunulmazlığı zırhı da etkili oldu. Hükümet, adı geçen Emniyet ve Jandarma görevlilerinin dokunulmazlığının kaldırılması için adım atmadığı gibi, onları açığa da almadı, üstelik terfi ettirdi.

(3) Cinayet mahallindeki Akbank Osmanbey Şubesi’ne ait kamera kayıtları, Emniyet’te yok edildi. Ogün Samast’ın cep telefonu ve sim kartına ilişkin ifadeler arasındaki çelişki araştırılmadı. Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in cep telefonları üzerinde cinayet öncesinde önleme dinlemesi yapıldığı hususu soruşturma savcılarından gizlendi. Bu husus ortaya çıkıp, dinleme kayıtları talep edildiğinde, kayıtların imha edildiği söylendi. Özetle, güvenlik ve istihbarat birimleri, Dink Cinayeti’ne ilişkin maddi gerçeği ortaya çıkaracak nitelikteki bilgi ve belgeleri sakladılar, değiştirdiler, yok ettiler, yalan beyanda bulunarak soruşturma makamlarını yanıltmaya çalıştılar. Bu eylemlerin her biri ciddi ceza gerektiren suçlar olmasına rağmen, sorumluları hakkında soruşturma ya açılmadı ya da sonuçsuz bırakıldı ve hükümet, bu cezasızlık sürecini seyretti, kendisine tâbi olan sorumluları korudu.

(4) Milli İstihbarat Teşkilatı, Hrant Dink’in İstanbul Valiliği’nde teşkilat yetkililerinin katılımıyla tehdit edildiği görüşmeden başlayarak, cinayete ve cinayet sanıklarına ilişkin haiz olduğu bilgileri mahkemeden gizledi. Hükümet, MİT’in soruşturma sürecinin önünü açan bir rol oynaması, elindeki bilgi ve belgeleri mahkemeye sunması yönünde hiçbir inisyatif kullanmadı.

(5) Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, davanın başından itibaren kendisine yöneltilen soru ve talepleri cevapsız bıraktı, mahkemenin ara kararlarını yerine getirmedi. Dava açısından kritik önemdeki kayıtlar, ancak 2011 sonunda mahkemeye intikal etti ve müdahil avukatlar yaptıkları incelemede, Emniyet’in hazırladığı raporda dile getirdiği “Sanıklar arasında ilişki yok” hükmünü çürüten bulgulara ulaştılar. Ancak bulguların, dava kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayınca, TİB kayıtları, ileride yargı sürecine kaynaklık etmek üzere muhafazaya alındı. Bu süreçte, hükümet gerek TİB’in gerek Emniyet’in hakikatin ortaya çıkması konusundaki gönülsüzlüğüne karşı iradesini ortaya koymadı.

Boşuna “beyaz berenin ponponu” demiyorum.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89