• BIST 9079.97
  • Altın 2322.611
  • Dolar 32.345
  • Euro 34.8965
  • İstanbul 14 °C
  • Diyarbakır 8 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 9 °C

“Fetoş’un gayyası”nda Nursî’yi boğmak!...

Abdullah Can

15 Temmuz Direnişi, “iman”, “irade” ve “özgürlüğün” aksisedası, “birlik”, “tesanüd” ve “kardeşliğin” sembolüdür. “Halk” imzasını taşıyan bu direniş, “zaferler tarihi” adına “altın” bir sayfa, “şerefli” bir levhadır. Bu sayfa ve bu levha, iyi ve dürüstçe okunmalıdır. Tersten ve yanlış okumalar, direniş kadar, bunu besleyen “ruh”a da zarar verir. “Fethullahçı Terör Ordusu”na(Feto) karşı koyanlar, halktı; yetmiş iki rengiyle fedakâr insanlarımızdı.  Milyonların oluşturduğu etten-kemikten barikatlar, “darbeye hayır” şiarıyla özgürlüğe olan aşklarını haykırmışlardır. Kazanan “özgürlük”, kaybeden “darbecilik” olmuştur...

Geçen 15 gün, insanlarımıza rahat bir nefes aldırtırken, bükemediği kolları “kırmak” isteyenler de var. Darbe için, “tiyatro”, “kalkışma”, “iktidarın oyunu” diyenler, bu kabildendirler. Yanı sıra, direnişi, “parti”, “etnisite” ve “meşreb”in dar ve fasit kalıplarına hapsetmeye çalışanlar da peydahlandı. Yüzlerce şehidi, binlerce yaralıyı, devasa tahribatları, altüst olmuş psikolojileri görmezden gelen bu “toplum mühendisleri”, bir kez daha “algısal operasyonculuğa” sarıldılar.  

Bu operasyonun bir ucuna, yine darbe dönemlerinin mağdurlarından bir müteveffayı oturttular. Bu mağdur, “Bediüzzaman Said-i Nursî”dir. Kendisi, 60 darbesinden iki ay evvel vefat ettiğinden, canlısı değil, ölüsü hedef alındı; kabri parçalanarak cesedi, cuntacılar tarafından kayıplara karıştırıldı. Yaşarken, cuntanın “keyfî”, “küfrî” ve “cebrî” tazyiklerine maruz kalan Nursî, ölümünden 60 sene sonra, yeniden hedeflenmektedir. Darbenin bir numaralı sabıkalısı Fetoş’un(Fethullahçı Terör Ordusunun Şahı), Nursî’yle teğet ilişkisinden hareket eden operasyoncular, onu Darbeci Fetoş’un akıl hocası gibi takdim ediyorlar. Amaç, Nursî’nin hareketini “şiddetle” ilişkilendirmek; Nur Talebelerini “potansiyel tehlike” olarak kabul ettirmektir. “İlişkisizler” üzerinden kurulmaya çalışılan bu fasit ve faşistçe ilişkiyi, boş ve beyhude bir çaba olarak değerlendiriyorum. Çünkü:

Nursî’nin hayat ve mücadelesini bilenlerce malumdur ki, onun dünyasında “şiddet”e yer yoktur. Kendisi, şiddetin her türlüsüne –hem söylem, hem de eylem olarak– karşı durmuş; bu kabil teşebbüslere engel olmuştur. Yegâne hedefi, toplumun ıslah ve irşadıydı. Nursî, ‘akan suyun, mecrasını bulması’ gibi, toplumun da kendi fıtratıyla(İlahî özüyle) buluşacağına inanıyordu. Bu anlamda, “cebr”in her çeşidine karşı durmuş; bütün tezlerini “tevhid ve istikametl1 üzerine inşa etmiştir. Bunun ispatı, Eski ve Yeni Said’in eserleridir; bakılabilir.     

Şiddet ve terörün en vahşi şekline imza atan Feto’nun, Said-i Nursî’yle ilişkilendirilmesi, eskilerin deyimiyle, “kıyas-ı maal farık”tır. O’nun, vatan ve millet olarak, sosyal ve siyasî hayatımızın anarşilikten kurtulması adına talebelerine tavsiye ettiği şu beş esas, ne demek istediğimizi net olarak ortaya koymaktadır: “Merhamet”, “Hürmet”, “Emniyet”, “Haram ve helâli bilip haramdan çekilmek”, “serseriliği bırakıp itaat etmek...” Ve akabinde, “Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu beş esası temin edip, asayişin temel taşını tesbit ve temin eder.” demektedir. İşte, Nur Hareketi’nin nihai hedefi...2

Ne diyeceksin? Ağızlar “torba” değil ki bağlayasın! Lakin her ağzı olanın konuşması kadar, her ağza gelenin konuşulması da “gına” getirtiyor. Dibe vuran toplumsal hafıza, “pes” dedirtecek boyutta. Yüzlerce, belki binlerce kez yazılan, konuşulan, hatta karara bağlanan konuların, tekrar be tekrar, “cehalet” ve “taassup pazarı”mıza servis edilmesi, “iyi niyetlilik” ve “ahlakiliği” tarumar etmiştir. Onun bir numunesi de, darbe sonrası histeriyle harekete geçen kimi yazar ve yorumcuların Said-i Nursî ve Nurculuk değerlendirmeleridir. Hepsini sıralamaktan sarfınazar edip, birini numune olarak anmak istiyorum. O da, Ulusalcı ve Kemalist kimliğiyle temayüz eden Banu Avar’dır.

Banu Avar, 2011’e ait olduğu muhtemel bir videosunda, Said-i Nursî’yi, Fethullah Gülen ve Abdullah Öcalan’la aynı karede buluşturarak, araştırmacılık adına feci bir asparagasçılığa imza atmıştır. Darbenin puslu havasını fırsat bilenler, aynı videoya yeniden sarıldılar. Sosyal medyaya taşınan video, sağdan-soldan birçok takipçi tarafından paylaşıldı; savunulmaya başlandı.

Ümmetin malı olan Nursî’nin, bir algı operasyonuna kurban edilmek istendiği muhakkaktır. Geçmişte, O’nu “peygamberlik”le, “Kürtçülük”le, “isyancılık”la itham eden zihniyet, yeniden hortlamış gibidir. Keyfî, küfrî ve cebrî uygulamalarla O’na dünyayı daraltanlar, şimdilerde de “Fetoculuk” üzerinden karartmaya, karalamaya çalışmaktadırlar. Bunlara karşı, bu ümmetin çocukları olarak, “değerlerimiz”i şom ağızlardan ve kirli ellerden korumak ve kurtarmak zorundayız. Yapmak istediğim de budur...

Banu Hanım, mevzubahis videosunda, “1950’de Said-i Nursî, Türkiye’den Papa’ya ilk mektubu yazan ve ittifak isteyen isimdir” demektedir. Bu söz, “asılsız” ve “mesnetsiz”dir; çünkü kaynağı yoktur. Devamında da, “O dönemde Vatikan, bu mektubu bir kuru teşekkürle karşıladı” diyerek, iddiasının asılsızlığını, iki katına çıkarmaktadır. Bir sefer, ortada bir “mektup” yoktur; gönderilen şey “Zülfikar” kitabıdır. Gönderen, kendisi değil, talebesi “Selahaddin”dir. İstenilen şey, “ittifak” değil, Allah ve Resulü’ne “davet”tir. Karşılığı, kuru bir teşekkür değil, samimi bir “teşekkürname”dir.3 Peki, bu olanların İslâm’da karşılığı var mıdır? Elbette...   

Evvela, Said-i Nursî bir İslâm âlimidir. “Âlimler, peygamberlerin varisidirler.”4Peygambere düşen ise, sadece tebliğdir.”5 Varislerin vazifesi de, “tebliğ” ve “irşad”dır. Peygamberimiz’in, rutin irşatlar dışında, İran, Mısır ve Rum padişahlarına gönderdiği elçi ve mektupları hepimizin malumudur. Keza, mektupların mahiyeti de... Dolayısıyla, Said-i Nursî’nin –iddia edildiği gibi– böyle bir mektubu olsaydı bile, değerlendirmemiz bu çerçevede olacaktı. Önemli olan, O’nun “tavizsiz” ve “tevilsiz” duruşudur; imanî ve İslâmî ilkelere bağlığıdır.

Burada bir parantez açmalıyım: Kürtlerin meşhur bir atasözü vardır; “Kurmê darê ne ji darê be, dar narize!” Yani, “Ağacın kurdu kendisinden olmazsa, ağaç çürümez.” Aynen, bu atasözüne muvafık olarak, merhum Abdülkadir Badıllı’nın dillendirdiği, Ahmet Akgündüz’ün ise, “uydum imama” kabilinden tekrar ettiği, “Üstad, 1953’te bizzat Fener Patriği’ne(Althenagoras) gitmiş, ziyaret etmiştir.” sözlerini, “Şeyhin kerameti şeyhten rivayet” özdeyişi gibi değerlendiriyorum; delilsiz ve kaynaksız olduğundan, kaale almıyorum. Her ne kadar üstad’ın “tebliğ” amaçlı gittiğini söyleseler de...  

Sadede gelirsek: 1998’de, “Rabbin aciz kulu”  imzasıyla, Papa 2. Jean Paul’a mektup yazan Fetoş ise, –yazdıkları dikkate alınırsa–  tam manasıyla bir “zillet” ve “dalkavukluk” örneği sergilemiştir. Mesela:

“Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıâlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.” “Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarasi Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.” “Kendi memleketimizde şimdiye kadar çeşitli Hristiyan mezheplerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naciz gayretlerin boşa çıkmadığını âcizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmekti.”

Fetoş, zillet ve dalkavukluğa devem ediyor: “Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine ‘yakından’ hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz.” “Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim'in doğum yeri olarak bilinen Urfa şehrindeki Harran'da bir ilahiyat okulu kurulabilir.” “Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün ilerlemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur. Onları yarattığı için Rabb'e şükürler olsun.”6

Öcalan’ın Mektubu da aynı yılda ve aynı minvaldedir; o da Papa 2. Jean Paul’a teveccühlerini sunmaktadır; Hristiyanlığı yüceltirken, mensubu olduğu dini yerlere sermektedir. Mesela:

“Ortadoğu'dayken Halep Metropoliti ile çok değerli ilişkiye sahiptim.”, “Eşitliğim barışın, hümanizmin Hıristiyanlığın temel amaçlarından olduğunu biliyor ve inanıyorum.” “Doğduğum köyde ve ilkokulu okuduğum köyde... kiliselerin kalıntılar duruyordu. Birisini Cami yapmışlardı. Buna sevinmemiş ve bu büyük uygarlık neden bu hale gelmiş diye o çocukluk halimle üzülmüştüm.” “Malatya... Hıristiyanlığa düşmanlığın merkezi şehri olarak anılır. Hıristiyanlığa karşı en büyük korsanlık savaşım veren Battal Gazi diyarı olarak tanınır.” gibi ifadelerle, Fethullah’la –farklı bir versiyonla– aynı kulvarı paylaşmaktadır.(bkz. Özgür Politika, 18. 11. 1998)   

Şimdi Banu Hanıma sormalıyız değil mi?

“Banu Hanım, aynı kareye yerleştirdiğin ve ‘Yeni Haçlı Stratejisi’ misyonunu yüklettiğin bu şahısların ve müttefiklerinin Said-i Nursî’yle ne alakası vardır? Nursî’nin, Anglikan Kilisesi’ne Cevab’ını okudunuz mu? O’nun, ‘Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul Boğazı’nın toplarını tahrip ve İstanbul'u istilâ ettiği hengâmda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesi’nin Başpapazı tarafından Meşihat-ı İslâmiye’den dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye’nin âzâsıydım. Bana dediler: ‘Bir cevap ver; onlar, altı suallerine altı yüz kelimeyle cevap istiyorlar!" Ben dedim: ‘Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle de değil, hattâ bir kelimeyle dahi değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrurâne üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne! demiştim.’7 sözlerinden haberin var mıdır?”

Ha, bu şu anlama gelmesin ki, Said Nursî, her hâlükârda Hristiyan düşmanıdır. Asla! Dünya barışı ve insanî ilişkilerin devamı adına, O, bütün insanlık ailesiyle köprülerin atılmasından, asgari müştereklerin paylaşımından yanadır. Özellikle de mutlak dinsizliğe karşı tezlerinde... O, Fetoş gibi, gözünü devlet ve ihtilalciliğe dikmediği gibi, “Büyük Şeytan”a da sığınmamıştır. Aksine, “İmanı kurtarmak ve Kur’an’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmaya Kur’an’dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.”8 diyerek, işbirlikçi Fetoş’a, ta 60 sene öncesinden “Şeytan’ın kucağından in!” dersini vermişti.

Keza, Öcalan benzeri de, kafası sıkıştığında(İtalya’da), Papa’nın engin şefkatine(!) “sığınma”mıştır... Ve hapse düştüğünde de Mustafa Kemal’e methiye ve güzellemeler dizmemiştir. Her ne ise...

Evet, “zillet”le ilişkiyi “izzet”li münasebetlerle karıştırmamak lazımdır. Habeşistan’a iltica eden Sahabiler, asla zillete girmediler. Peygamberimiz “Medine Sözleşmesi”ni ehl-i kitap ve müşriklerle imzalarken, davulu boynuna, tokmağı onlara vermedi. Kural, hep şu ayet olmuştur: “De ki: Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmeyin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahit olun, biz Müslümanlarız.”9

İşte, ehl-i kitabı “sahih imana”(amentüye) davet yerine, “Dinlerarası Diyalog” projesiyle Evangelizmin Asya yapılanmasının mimarı Fetoş’u, Said-i Nursî’yle ilişkilendirmek, böyle bir garabetin mahsulüdür. Nihai sözümüz, “Ey iman edenler! Eğer size bir fâsık, bir haber getirirse, onu araştırın. Değilse, bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.10 ayetidir.

Vesselamu ala menitteba’el huda...

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve İlke Haber'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.


1 İçtimai Reçeteler, s. 345
2 Kastamonu Lahikası, s. 140
3 Emirdağ Lahikası, s. 311
4 Buhari, İlim, 1
5 Maide Suresi, 99
6 Zaman, 10 Şubat 1998
7 Mektubat, s. 562
8 Emirdağ Lahikası, s. 144
9 Âl-i İmran, s. 64
10 Hucurat Suresi, 6

  • Yorumlar 2
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89