• BIST 9645.02
  • Altın 2429.254
  • Dolar 32.552
  • Euro 34.8813
  • İstanbul 20 °C
  • Diyarbakır 19 °C
  • Ankara 23 °C
  • İzmir 26 °C
  • Berlin 8 °C

Demokrasi Bloku; Seçkinlerin Yükselişi ve Düşüşü…

Ersin Tek

Devletin yazgısını elinde tutan liderlerin son zamanlardaki davranışları, özellikle söylediklerine bakınca birçok kimsenin yüreğini kaygı, korku ve öfke kaplamışa benziyor.

Gün geçtikçe laik Türkiye Cumhuriyetinin ve demokrasinin ‘bu cumhurbaşkanıyla ve bu iktidar kadrolarıyla’ nasıl korunacağı/ilerleyeceği sorusunu soran, tartışan ve alternatif çözüm arayışına girenlerin sayısı artıyor. Bu arayışa giren kimselerden bazıları son günlerde bu itirazlarını, korkularını ve çözüm önerilerini daha yüksek bir perdeden dillendirmeye başladılar; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AKP iktidarının hegemonyasına itiraz eden bütün güçlerin katıldığı bir kurultay ya da kongre toplamayı ve ortak bir strateji çerçevesinde mücadele verecek yeni bir güç merkezi yaratmayı hedeflediklerini ifade ediyorlar.

Bu kimselerin söyledikleri şeyler, yazıp çizdikleri teoriler kulağa hoş geliyor, çoğunluğu haklı ve inandırıcı da geliyor. Fakat yaşamsal gerçeklik bize bu söylenenlerin/yazılanların uygulanmasının, istenilen sonucun elde edilmesinin zor ve hatta imkânsız gibi bir şey olduğunu söylüyor. Bunun böyle olmasının da bir yığın tarihsel, sosyolojik, ekonomik, psikolojik ve siyasal nedeni var.

Yıllarca Ortadoğu’nun hiçbir ülkesinde halk kendini yöneten yöneticileri/diktatörleri koltuğundan indirip, ‘yıllardan beridir bizi sömürdüğün, bizi ezdiğin yeter, senin yerine yenisini getirelim, yeter söz demokrasinindir’ demediler. Bunları diyerek hiçbir yöneticiyi/diktatörü alaşağı etmediler, etmiyorlar.

Ünlü İtalyan, iktisatçı ve sosyolog Vilfredo Pareto, yirminci yüzyılın başındaki -güçlüler ile zayıflar, yönetenler ile yönetilenler arasındaki- mücadeleyi anlatırken; halkın ömür boyu diktatörleri, onlar ölünce de oğullarını, eşlerini, kardeşlerini yönetici olarak kabullenmesinin altında bir milletin ‘koyunlaşması psikolojisi’nin yattığını söylüyordu. Pareto’ya göre, diktatörler ordunun generallerini ele geçirmekle kalmıyor, kurdukları partilerin merkez ve taşra teşkilatları ve devlet gelirlerinden beslenen bir üleşimci sınıftan destek buluyorlardı. Geniş halk yığınları ise bu durumu/yapıyı kader gibi kabullenip, sesini çıkartmıyordu.

Bir millet böyle koyunlaşıyordu.

Pareto, aynı koyunlaşma tehlikesinin demokrasilerde de yaşandığını, bazı yarı demokrasilerde hiç değişmeyen bir seçilmiş yönetici sınıf olduğunu, seçimleri kazanmak için piyasa ekonomisinin kurallarını çiğneyerek, kendilerine, yandaşlarına, yardakçılarına, yüksek mevkii bürokratlara, yüksek yargı organları mensuplarına, medya mensuplarına, akademi camiasına ve hatta halkın bir kesimine rantlar sağladığını uzun uzadıya anlatır ve bu durumdaki ülkelerde ‘demokrasi krize giriyor, faşizm geliyor’ diye yazar.

Pareto’nun yazdıklarını ölçü alırsak, şunu söylememiz gerekiyor: Türkiye’de faşizm hep vardı. Bugün olan şey, mevcut faşizmin daha da derinleştiği gerçeğidir. Türkiye yanı başındaki komşu devletlerin akıbetine benzer bir akıbete sürükleniyor.

Belki de kaçınılmaz bir son…

Daha düne kadar bazı Orta Asya ülkelerinde ve bazı Ortadoğu ülkelerinde seçimle işbaşına gelmiş yöneticiler yeni Anayasalar yapmak istemiş ve kendilerini ölünceye kadar başkan yapacak maddeleri bu Anayasalara koymaya çalışmışlardı. Benzer durumları Türkiye’de de gördük. Yıllar önce Süleyman Demirel’i ölünceye kadar Cumhurbaşkanı yapacak formüller hararetle tartışılıyordu. Bugünlerde ise Türkiye Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi de bunlara benzer şeyler yapmak için çaba harcıyor. Tamda Pareto’nun tarif ettiği gibi rant dağıtarak ve baskı uygulayarak, ‘başkanlık sistemi’ne geçişi kabul ettirmek ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ölünceye kadar başkan olmasına karşı çıkacak olan herkesi bir şekilde satın almayı ya da ezip geçmeyi planlıyorlar. Kendilerine bu imkânı sağlayacak bir anayasa değişikliği için her türlü oyunu oynuyorlar, her türlü yola başvuruyorlar; bir kişi için kuralları bozuyorlar, hukuku çiğniyorlar, adaleti çiğniyorlar. Bir yandan da ‘‘Cumhurbaşkanı Erdoğan başkan olmazsa istikrar bozulur, devletin bütünlüğü, ulusun birliği, demokrasinin geleceği tehlikeye girer’’ diyerek, milleti koyunlaştırıyorlar. Bu yaşananlar, Max Weber’in kişisel sadakat bağlarıyla kuşatılmış insanların lideri olan ve bu insanları, geleneklerin emrettiği kuralları çiğnemeye ya da bozmaya yönelten karizmatik lider mefhumunu çağrıştırıyor.

Türkiye’deki gibi paternalist toplumlarda ast ve üst arasındaki ilişki ebeveyn ve evlat arasındaki ilişkiye benzemektedir. Bu ilişkide üstün görevi astı korumak, yönlendirmek, yol göstermek ve onun hayrına olacağına inandığı kararları onun adına (ya da ona rağmen onun için) vermektir. Bunun karşılığı milletten beklenen kayıtsız şartsız itaat etmesi ve bağlılık göstermesidir.

Pareto’nun haklı olarak ifade ettiği gibi, ‘‘Kısa aralıklar dışında insanlar her zaman bir seçkin azınlık tarafından yönetilmişlerdir. Oysa önemli doğal bir yasa nedeniyle seçkinler sürekli bu hâlleriyle devam edemez, tükenirler. Yeni seçkin esnek ve her şeye açıktır fakat zaferden sonra, diğerlerinin başına gelen şey onun da başına gelecektir. Zaferinden sonra seçkin daha katı ve kendi içine kapalı hâle gelir. Bu yüzden insanlık tarihi seçkinlerin durmadan devam eden yer değiştirme tarihidir. Biri yükselirken diğerinin alçalması gibi… Bu gerçek bir fenomendir fakat bize başka biçimde gözükebilirler. … Ancak eskilerin yerine geçmek için çabalayan veya sadece gücünü ve itibarını artırmak isteyen yeni seçkinler, böyle bir niyetleri olduğunu açıkça kabul etmezler. Bütün bu baskının liderliğini üstlenmek yerine, kendi iyilikleri yerine, çoğunluğun iyiliği peşinde koşacaklarını, bunun büyük bir mücadeleye yol açacağını fakat bu mücadelenin sınırlı bir sınıfın hakları için değil; neredeyse bütün vatandaşların hakları için olacağını ilân ederler.’’

Yani, seçkinlerin iktidara gelinceye kadar kullandıkları yöntemler hep aynıdır, değişmez. Tarihsel tecrübe göstermiştir ki, başta zayıfların, yoksulların ve ezilmişlerin yanında yer alan seçkin gruplar, zafere ulaştıklarında kaçınılmaz olarak eski seçkinlere benzemeye başlar, hatta eskilere rahmet okutacak bir noktaya gelirler ve artık başa dönme şanlarını da ebediyen kaybederler; dün Kemalistler, bugün İslamcılar, yarın da başkaları…

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89