• BIST 8800.18
  • Altın 2238.004
  • Dolar 32.339
  • Euro 35.0904
  • İstanbul 15 °C
  • Diyarbakır 14 °C
  • Ankara 12 °C
  • İzmir 16 °C
  • Berlin 6 °C

Biraz da mizah

Ersin Tek

Yine savaş tamtamları çalıyor medyada. Çokça şahit olduğumuz gibi medya ve siyaset yine çatışmacı, yıkıcı, savaş çığırtkanı bir üslup tutturmuş gidiyor.

Son birkaç yıldır yaşanan siyasi gerilimler, kutuplaşan insanlar, Ortadoğu'da yaşanan kanlı ve istikrarsız sürecin getirdiği felaketler ve son dönemde yaşanan tüm gelişmeleri unutmak ya da görmezden gelmek mümkün değildir ama yine de bütün bunları bir anlığına da olsa bir kenara bırakıp biraz da mizaha sığınalım, mizah okuyalım; hayata ve yarınlara biraz da umut ve tebessüm tarafından bakmayı, tutunmayı deneyelim. Çünkü yaşam ile ölüm, tohum ile toprak, ruh ile beden, hüzün ile keder, yas ile sevinç, ağlamak ile gülmek, hep yan yanadır, birbirine bağlıdır, birbirinin nedeni-sonucu, birbirlerinin bütünleyicisidir. Biri olmadan diğerinin varlığı pek bir anlam ifade etmiyor.

Mizah, hayatımızın her alanında ve her anında vardır. Fakat mizah çoğunlukla halkların iktidarlara başkaldırdığı durumlarda yeşermiş ve etkili olmuştur. İnsanlar baş edemedikleri otoritelerle ‘alay eden’  hikâyeler ve söylemler yaratmışlardır. Ortaçağda kiliseyle ve krallarla alay eden öykü anlatıcıları ve soytarılar, düzeni en sivri dille eleştiren insanlar olmuşlardır. Her ne kadar bugünlerde mizah çoğunlukla bel altına indirgenmiş ve şiddete bulanmışsa da, mizahın bittiği yerde şiddet ve korkunç hikâyeler başlıyor.

Bu günlerde arşivleri karıştırırken ‘Doğu Edebiyatı’ dergisinde (Yıl: 2, Sayı: 4 Sonbahar-Kış 2008) Pakistan’ın önde gelen köşe yazarı, şair ve mizah yazarlarından olan Atâülhak Kasımi’nin Türkçeye çevrilmiş iki yazısına rastgeldim. Okurken hem tebessüm ettiren hem de düşündüren yazılardı bunlar…

Gerçeği mizahta arayan Atâülhak Kasımi, ülkesindeki askeri yönetimlere ve özellikle Pakistan’ın Eski Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref yönetimine şiddetli eleştirilerde bulunmuş bir yazardır. Kırk yılı aşkın bir süredir çeşitli gazetelerde “Rovzan- dîvâr sê” (Duvar Deliğinden) başlığıyla köşe yazıları kaleme alan Kasımi, Pakistan toplumunun zayıf yönlerini, dertlerini, toplumdaki çarpıklıkları alaycı bir tarzda yazılarına aktarmayı başarmıştır. Yazılarında son derece ciddi konuları mizahî bir şekilde işlemesi okurun yazılarına olan ilgisini arttırdığı gibi, kendisine de büyük bir popülarite kazandırmıştır. Politik görüş açısından olmasa da yazılarındaki keskin ironi ile toplumsal sorunlara yaklaşımı açısından kendisine Pakistan’ın Aziz Nesin’i denilebilir.

Lafı çok uzatmadan sizi Atâülhak Kasımi’nin yazıyla baş başa bırakayım.

‘‘KENDİ ÖLÜMÜME DAİR!

Bilim adamı olan bir arkadaşıma telefon ederek: “Arkadaş, biraz önce öldüğümü haber vermek için aramıştım, yengen ve yeğenlerin ağlaya ağlaya perişan oldular. Bize bir uğra da onları teselli et” dedim.

Arkadaşım: “Çok kötü, çok kötü, sağlığın yerindeydi, ne oldu böyle?”

Ben: “Bilmem ki! İftarı ettim, namaz kıldım, biraz belimi doğrultmak için yatağın üzerine uzanmıştım ki, Azrail’in bana doğru geldiğini gördüm. Endişeye kapılarak “Buraya neden geldiniz?” diye sordum. “Canını teslim almak için geldim” diye cevap verdi. “Benim bitirmem gereken bazı işler var, birkaç yıl sonra teşrif buyursanız da bu arada ben işlerimi halletsem!” deyince, “Ben nereye gitsem herkes başka bir zaman gelin, dünyada yapmam gereken birçok iş var, diyorlar, hâlbuki onlar gittikten sonra da tüm bu işler olup bitiyor” cevabını verdi. Bunun üzerine oğluma seslenip misafirimiz için çay kek falan hazırlamasını söyledim. Maksadım, Azrail’i oyalayıp ortadan kaybolmaktı. Fakat vücudumu yerinden oynatamadığı- mı fark ettim. Eşim gelip gözlerimi kapattı ve ağlayıp dövünmeye başladı. Birisi gelip kulak ve burun deliklerime pamuk tıkıştırınca kafam allak bullak oldu.

Her neyse bırak şimdi sen bunları da ne kadar zamanda bizim eve ulaşırsın? onu söyle. Bizimkilerin ağlayıp dövünmelerine dayanamıyorum.”

Benim söylediklerimi dinleyen yakın dostum: “Daha teravih namazını kılıp, niyet ettiğim dualarımı okuyacağım, bir de sahur vakti kalkmak için erken uyumam lazım. Tamam, senin çocukların da benim için önemli ama onların uğruna ibadeti bırakmak doğru olmaz değil mi?” diye cevap verdi.

Arkadaşımın bu sözleri beni çok üzdü, ama yine de duygularıma gem vurarak: “Önemli değil, sen sabah cenazeme katıl o zaman. Saat 11.00’de cenaze törenim yapılacak” dedim.

Arkadaşım: “Yapma be abi! Şu cenaze töreninin vakti öne arkaya alınamaz mı? Şimdi yengemle telefon edip bir sorayım” dedi.

“Ne oldu, bir işin mi var?” diye sordum.

Arkadaşım: “Müdür beyin değerli halaları vefat ettiler. Kendilerinin cenaze törenleri saat 11.00’de, ama sen endişelenme, yengemle konuşup vakti ayarlatırım” dedi.

Arkadaşımın bu sözlerini duyunca bir kere daha üzüntüyle sarsıldım: “Vakti değiştirmek mümkün değil, öteki şehirlerde oturan akrabalara haber verildi, gazetelere de bildirildi. Tamam, önemli değil, sen hatim törenine gelirsin” dedim.

Arkadaşım: “Hatim töreni ne zaman?”

Ben: “Yarın değil öbürsü gün, saat üçte.”

Arkadaşım: “Bir dakika, ajandama bir bakayım.”

Ajandasına baktıktan sonra: “Kusura bakma abi! O gün saat dörtte televizyon programının kayıtları var. Yengemle konuşmama bir izin ver sen hele, onu da öne arakaya alır değiştiririz.”

Onun bu sözleri benim çok zoruma gitti: “Tamam, tamam, sen yengenle konuş!”

Arkadaşım: “Sen ölüm haberini bana bildirince telefon defterindeki sizin evin telefon numarasının üzerini karalamıştım. Şimdi aklımdan da çıktı. Neydi sizin numaranız Allah aşkına?”

Bunu duyunca hiddetle telefonu kapattım!!!

Aslında arkadaşıma telefon ederken aklımda, ona çocuklarımı emanet edeceğim, tüm ömrümü kazandığım helal rızıkla geçirdiğimden dolayı hiç birikim yapamadığımı, bu nedenle çocuklarım bir sıkıntıya düşerlerse onların elinden tutmasını söyleyeceğim vardı. Ama onun umursamazlığını ve çıkarcılığını görünce bu konuyu hiç açmadım.

Ölümümden bir süre sonra ikimizin ortak bir dostu da vefat etti. Cennetteki bazı kuralları çiğnediğinden dolayı onu birkaç günlüğüne cehenneme gönderdiler. Bu dostum beni cehennemde görünce çok şaşırdı.

“Bunda şaşılacak ne var ki? Günahlarım sevaplarımdan daha fazlaydı. Şimdi ektiğim günah tohumlarının ürününü biçiyorum.”

Cennetten kısa bir süre için cehenneme gelen dostum bana: “Senin can dostun var ya, dünyada senin anına yapılan toplantılara başkanlık ediyor, senin adını anarken gözleri yaşlarla doluyor. Senin çocuklarına yardım için yüz binlerce rupi bile tırtıklayıp iç etti insanlardan. Geçici bir süre için cehennemlik olan arkadaşım cebinden gazeteden kestiği bir makaleyi çıkardı. Üzerinde benim dünya sevdalısı çıkarcı arkadaşımın resmi vardı ve makaleyi benim ölümüm üzerine kaleme almıştı. Beni öve öve yere göğe koyamıyordu. Dostunun ölümü üzerine yalnız alkış da, dostunun cenazesine ve hatim törenine aşırı üzüntüden dolayı katılamamış da, üzüntüden parmağını oynatacak durumu kalmamış da vs. vs.

Bu gazete parçasına bir baktım, sonra onu param parça ederek cehennemin kabaran yalazlarının içine attım.’’ (Ataülhak Kasimi, Ataiye, Lahor 2007)


Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89